Terbiyesiz Herif !

27 Ekim 2007 Cumartesi by Adv-Man



Hayır, yanlış anlamayın tutucu bir adam değilim, hatta tam tersi bazı gerçeklerin ala nanen gösterilmesi gerekliliğine sıkı sıkıyı bağlıyımdır. Ama tabi bunun bir ürün bazında değil de bir sosyal projede gerçekleştirilmesini daha mantıklı bulurum. Çünkü ürünü pazarlama açısından satışlarını kötü etkileyecek bir etkene kimse yol açmak istemez. Sonuçta reklam hazırlarken hedef kitlemizi araştırır; demographic yapısı üzerinde bir takım araştırmalarla daha yararlı sonuçlara ulaşırız. Tutup ta Suudi Arabistan’da krem reklamı yaparken cırıl bir hatunun duş sonrası ipeksi tenine krem uygulamasını göstermeyiz.

Neyse uzattım ve dolandım. Ama en azından öğrenci arkadaşlarımıza öğrendikleri teoriler hakkında bir pratik vermiş oldum.

Neden böyle bir başlık attığımı merak ediyorsanız ilk söyleyeceğim şey şu olur; Yurtdışında da gerçekten boktan işler olabiliyormuş. İkinci olarak ta bu tarz bir anlatım kadınlara hakarettir. Üçüncüsü de madem böyle bir sosyal mesaj verme isteğiyle yanıp tutuşuyorsun neden bu kadar yavşak bir tavırla bunu gerçekleştiriyorsun.
Ne sloganına nede ürününe yakışan bir hareket de bulunuyorsun.

Bir kere adam neden güler?
“Oh bak götürüyorum manitayı, sen anca oturursun dallama seniii” gibisinden bir mesajla beraber neden “Offf bıktım sevişmekten, kahretsin hatunlar bana hasta; Ih, Ih tabi canım seviyorum seni; kıh kıh kıh sen öyle san”(içinden düşünme) böyle bir anlam daha çıkartıyorum anlamıyorum.

Eminim bayanlar bu fotoğraftan feci iride olmuşlardır.
Neden kadın hep bir pozisyon üzerinde gösteriliyor, neden sürekli kadın sex’in tanımını yapan bir canlı olarak afişe ediliyor? Ben açıkçası bu fotoğraflarda onu görüyorum. Tabi doğanın gerekleri vardır ama bunu bu kadar adice göstermemiz hakkını bize vermez. En uyduruk porno dergilerde bile böyle bir görüntü yoktur. Hayır, anladık mesaj veriyorsun “sevişirken korun” diyorsun ama olmamış be kardeşim.
Okuduklarınızdan efeminen yönü ağır basan bir erkek olarak hayal etmeyin beni. Ben sadece bu tarz işlere gıcık oluyorum o kadar.

Bu arada sıçtınız. Bu ilanlarla beraber erkek arkadaşlarına gözlük alacak bayanlar artık hedef kitleniz değil. Belki bir Ray-Ben mağazasında en sevdiğim klasik modelden alıyorlardır.
Patlasın abi içinizde, iğrenç ilanlar olmuş, leş, berbat, felaket. Bu ilana olur diyen markayı da, neyse hadi selametle.

Filed under having 0 yorum  

Renault Opera ve Balesi gururla sunar. “Sert Çocuk Müzikali”

22 Ekim 2007 Pazartesi by Adv-Man

En sonunda güvenliği ve sağlamlığı 3d animasyonlara ihtiyaç duymadan gerçek çekimlerle anlatmayı tercih eden bir marka ortaya çıktı. Aslında böyle bir çalışmayı Honda veya VW’den beklerken Renault’da görmek beni açıkçası şaşırttı. Çünkü oluşturulan bale konseptindeki senfonik müzik, resmen hınzırlığıyla VW’yi anımsatıyordu.

Neyse, Renault bu tarzı geç keşfetmiş olsa da yaptığı kampanya ile hedef kitlelerine oldukça dürüst davranıyor. Crash Test’lerini birebir olarak izleyicilere sunarken bir yandan da eğlenceyi elden bırakmıyor. Prodüksiyon aşamasında 3d efektlere ihtiyaç duyulmaması, hedef kitleye olan dürüstlüğün devamı olarak tamamlayıcı rol oynuyor. Müzik ve araçlar arasında gerçekleştirilen koreografinin başarısı, reklamın izlenebilirliğinde büyük rol oynadığından, hedef kitle üzerinde reklama maruz kalma sayısı otomatikman artıyor. Yani 2 veya 3 kere istenerek izlenme şansı oldukça yüksek. Böylelikle hedef kitleyi bir manada ekrana kafesleyen marka, pazarlama açısından da istediklerine kavuşarak potansiyel alıcılarına sürekli olarak arabasını ve sahip olduğu sağlamlığı gösteriyor. (Hem de her modeliyle)

Yalnız işin diğer ilginç yanı ise, ajansın fikri sunarken “sizin arabalardan birkaç tanesini parçalamamız lazım” diyip, ardından da müşterinin buna balıklama olur verecek kadar cesaretli davranabilmesidir. Düşünsenize prodüksiyon ve ajans bütçesinin yanında bir de parçalamak zorunda kalacağınız 8 adet araba var. Hiç kusura bakmasınlar ama bizim reklam verenler böyle bir fikirle karşılaşsa anında renkleri atar, bozarır, morarır, sonra kanı çekilmiş gibi bir günde saçlarını beyazlatırlar.

Filed under having 0 yorum  

Fluorescent be with you!

18 Ekim 2007 Perşembe by Adv-Man


Bir Star Wars manyağı olarak çalışmanın kesinlikle aceleye geldiğini söyleyebilirim. Belki de suç tamamen son dakikada böyle bir iş yapmamız lazım diyen Lucas Art’ndır.
Tamam, fikir bazında alışılmışlığın dışında. Tipik bir poster gösterimi gerçekleştirerek de işin içinde sıyrılabilinirdi. Fakat keşfedilen fikrinde tam anlamıyla bir şeyler izah ettiği söylenemez. Çalışma üstünde eksik bir şeyler var ve bu eksiklikler hem görünüş hem de mesaj içeriği bakımından çalışmanın potansiyel dikkat oranını düşürmekte.

İlk olarak ışın kılıçlarından oluşan ana temanın yanlış canlandırıldığını düşünüyorum.
Bir kere filmdeki hiçbir ışın kılıcı beyaz renkte ışık saçmamaktadır. Jedilerin yeşil, savaşçıların mavi, kötü kısmın ise kırmızı olan ışın kılıçları burada ana fikri oluşturan temada maalesef kullanılmamış.

Çalışmaya baktığımızda kopuk bir ana tema ile güzel bir fikir görüyoruz. Yani Raket’in bu şekilde kullanılması ana fikrin dağılmasına neden olmuş.
Ben olsam floresanları orijinal tarzda renklendirir oluşturduğum parlak fikri tam anlamıyla savunabilen bir ana fikre sahip olurum.

Son olarak alt tarafa baktığımızda filmin ismini görüyoruz. Onun yerine o yazıyı yukarıya alsak ve sigorta kutusunun kötü görüntüsünü kapatsak alta kısmada kılıçların tutacak kısmını resimleyen bir ek görüntü koysak daha güzel olmaz mı?

Filed under having 1 yorum  

Küresel ısınma her yeri vurdu !

by Adv-Man


Sizlere Greenpeace için yapılan oldukça sade ve güzel bir benzetmeyle harmanlanmış hoş bir ilan örneği göstermek istedim. Bilirsiniz ki her yurt dışına çıktığınızda veya çıkan birileri olduğunda mutlaka bu tarz bir hediyeyle geri döner.
Genelde şehir maketlerinin yer aldığı bu hediyelik eşyaların içinde hep bir kar yağdırma durumu vardır. Hatta bu durum öyle bir alışkanlık haline gelmiş ki Las Vegas’dan aldığım bu tarz bir hediyenin içinde bile kar yağıyordu. :)

Tabi bu hediyelik eşyaların birde Noel için hazırlanan versiyonları vardır. İçinde Noel baba, geyikler, cinler, kardan adamlar ve vazgeçilmez beyaz kar olur.
Bu ilanı tasarlayan arkadaş buradan yola çıkarak aslında dünya hediyelik eşya endüstrisindeki alışıla gelmiş tasarımı değiştirerek algılarda “artık buralarda da kar yağmıyor” fikrinin benimsenmesine çalışmış.

Bence bu ilanın en güzel yanı alışılmış bir olgunun artık değişmek durumunda kaldığını göstermesidir. Tıpkı küresel ısınmanın insan ve hayvanlara getirdiği değişimler gibi.

Filed under having 0 yorum  

Toscani’li Benetton’a rakip tek marka.

17 Ekim 2007 Çarşamba by Adv-Man










Neden böyle bir karşılaştırma yaptığımı merak ediyorsanız, iki markanın ses getiren reklam kampanyalarını örnek gösterebilirim. Biliyorsunuz ki her yıl Benetton’un gerçekleştirmiş olduğu çekimler insanlar üzerinde konuşulacak ve tartışılacak birden çok başlığa vesile olmaktadır. Çekimlerde kullanılan politik ve toplumsal sorunların işlenişi insanların ürün bazında olan marka algısına yeni bir kavram katarak markanın toplumun içinden bir konuma yerleştirmesine neden olmaktadır. Bu da bize yeni bir marka algısının kapılarını aralamaktadır. Yani lüks bir hayat ile her şeye pembe gözlüklerin ardından bakan statü sembolü markaların bakış açılarından ziyade politik ve toplumsal gerçeklere hassas, tıpkı bir insan gibi derin konulara değinip tepki verebilen o zihniyetle davranabilen şaşırtıcı bir markalaşma akımını görebilmekteyiz.
Siz sanıyor musunuz ki bunu yapan sadece Benetton ve Diesel. Zamanında Ck’nin yapmış olduğu posterler Clinton’ın başkanlığındaki Amerika’da çocuk erotizmi ve gay’lik gibi kavramları özendirdiği için çeşitli suçlamalara maruz kalmıştı.

Şu gerçeği görmemiz lazım ki moda dünyası bu işten oldukça karlı çıkıyor. Hem markasının tanıtılması hem de markanın ihtiyaç duyduğu değer algısının oluşturulması bu süreç içerisinde en iyi şekilde dolduruluyor.
Günümüzün en büyük sorunlarından olan küresel ısınma ise zeki markaların dikkatleri üzerlerine çekilmesi için kullandıkları maalesef en popüler dünya sorunu olarak kullanılıyor. Maalesef dememin nedeni “popüler dünya sorunu tabirini” kullanmak zorunda kalmam. Aslında trajikomik bir durum.

Neyse.

Diesel, son yaptığı çalışmada küresel ısınmanın dünya üzerindeki etkilerini bize bir nevi öngörü yaparak sunmak istemiş. Venedik’in tropikal bir adaya doğru geçişi, Brezilya’nın sular altında kalışı. Kullanılan mekanlar gerçeklikle çok iyi kurgulanmış. Dikkatinizi çektiyse kutuplara yakın sahil ülkelerinin sular altında kalması aslında gerçek bir gerekliliği vurguluyor.
Böyle bir açıklamaya neden ihtiyaç duydum diye merak ediyorsanız şöyle bir söyleyebilirim. Piyasada bu soruna karşı işlenmiş o kadar çok yanlış iş var ki resmen bilimsellikten kopup sadece trajik bir görüntü olma adına yapıldıklarını anlayabiliyorsunuz.
Bu duruma mahal vermeyen Diesel, bilimsellikten kopmadan ürünlerini sergileme avantajını elinde tutabiliyor. İlginçtir ki yapılan çalışmaların hiç birinde ürünler bas, bas bağırmıyor. Konsept o kadar güzel oturtulmuş ki ilk dikkatleri çeken şey aslında arka plandaki facia durum. Buda insanların satın alma sürecinde iride olmasına bir nevi engel olarak, arka plan üzerinde “bak böylede güzel bir pantolonum” var diyebilmekte.
Bunu hissettirmeden, rahatsız edici olmadan müşteriye sunmak bir başarıdır.
Allah aşkına bütün gazetelerde, TV’lerde haber olan bu katalogun hangi cümlesinde üründen bahsedildi?
Hiç.
Peki, müşteri “kim yapmış bunu” dedikten sonra dönüp ürünleri incelemedi mi?
Kellemi koyarım ki inceledi.

O zaman iş bitmiştir.

Filed under having 0 yorum  

CNN TÜRK'ten Minority Report hizmeti.

by Adv-Man






Böyle ilana böyle başlık.
Çünkü, CNN Türk haber alma servisinde Minority Report filmindeki doğa üstü güçlere sahip “Precoglar” çalışıyor. Hemide Amerika’ya nazaran üç kuruş maaşla. Sıkıyorsa istifa etmeye kalksınlar. Zaten medya sektöründe işten çıkarmalar geçen yıllara nazaran arttı.
O yüzden hiç gerek yok gider yapıp patrona tavır takınmaya.

Neyse CNN Türk’ün iç hesaplarıyla uğraşmadan konumuza dönelim. İlan hızlı ve doğru haberciliğin CNN Türk tarafından gerçekleştirildiğini anlatmakta. Hepimizin aklında bu mesaj hızlı haber alma ve verme şeklinde oluştuysa da aslında arka planda gerçekleşen bir takım durumlarla yaşanan olayların doğruluğu, aynı anda doğru haberciliğin mesajını da sunmaktadır.

Mesela helikopterin arka planda evin içine girdi girecek durumu ve genç arkadaşın kanalın alt köşesinde “son dakika haberi” ile olaydan anında haberdar olması “hızlı haberciliği”.
Sivil helikopterin fotoğraf içindeki varlığı ve her an bir felakete yol açacağı öngörüsü ise, doğruluğu yani doğru haberciliği anlatmaktadır.

Teknik anlamda bu konuyu “resim veya fotoğrafta imge” başlığıyla tekrar değerlendirebiliriz. En basit şekliyle ana görüntünün (evin içinde tv izleyen genç) arkasında beliren helikopteri imge olarak tanımlarız. Böylelikle imgeye, fotoğrafı anlam bakımında değiştirmesi, süreç içinde gerçekleşen bir devama veya sona işaret etmesi görevini veririz.
(Konuyla ilgili olarak John Berger’in “Görme Biçimleri” adlı kitabını önerebilirim)

Açıkçası benim hoşuma giden bir iş olsa da “Precog” usulü bir haberciliğin Minority Report tadında sunulması biraz tuhaf kaçıyor. O yüzden de zekice espriyi gördüm deyip, ilana hakkını vermek istiyorum.

Filed under having 3 yorum  

Durex Select ile renkli pozisyonlar

by Adv-Man





Hatırlar mısınız Kalamış Marina’nın halka açık olduğu zamanları.
Sahil hattı boyunca sıralanan baloncuları ve etraflarında zır, zır “balon alın bana” nidalarında ağlayan yaşıtlarımızı.
İşte o günlerden bir gün çocukların ağlaması kesilmiş, şaşkın bakışlarla gülücükler havaya hakim olmuştu. Çünkü içlerinden bir tanesi klişeden sıyrılıp uzun, ince balonlardan çeşitli hayvan ve insan figürleri yaparak balonculuk kariyerine sanat katmıştı.
İyi bir el becerisi gerektiren bu gösteri tadında yapılan balonlar oldukça ilgi çekerdi. Fakat tuhaftır ki yaygınlaşması gereken bir aktivite bir anda ortadan kayboluverdi. Tek tük yerlerde rastlasam da sanırım artık balon algısı bizim bebelerin kati surette ilgisini çekmiyor.

Neyse konumuza geri dönelim
Kreatif grup bu balon aktivitesinden yola çıkarak çok eğlenceli ve ürünü anlatan renkli bir ilan hazırlamış.
Ürün, biz erkeklerin yabancısı olmadığı :) Durex Select adlı renkli ve kokulu bir prezervatif. Yabancısı olmadığımız derken lafın altında hinlik aramayın. Ürün portföyüne yeni giren bir prezervatif değil. Ha, bu reklamının yapılmayacağı manasına gelir mi, tabiî ki de gelmez. Zira bu konuda üretim gerçekleştiren çok sayıda rakip var.

Peki bu rakiplerden nasıl sıyrılırız?
İşte bu şekilde.
Renkli prezervatifleri esprili ve dikkat çekici bir şekilde hazırlayıp yanlış görüntülere mahal vermeden kamasutra sanatıyla birleştirirsek (neden sanat derseniz, insan ergonomisinin en uygun şekillerde oluşturabileceği mükemmel bir görüntü için derim) hedef kitle üzerinde derin bir etki bırakır markalaşma hızında rakiplerimizden sıyrılırız.

Güzel iş.

Filed under having 0 yorum  

Kredi kartım Coca-Cola’dan.

16 Ekim 2007 Salı by Adv-Man

Üzerinden uzun bir zaman geçmiş olsa da bu reklama deyinemeden edemeyeceğim.
Çünkü sektörün hem reklam bazında hem de marka pazarlaması açısından en kötü örneğidir.

Ders kitaplarına bile konu olabilecek bu kampanyanın ilk ve en önemli ayağı olan marka pazarlamasıyla yazıma başlıyorum.

Bir kurum, ürettiği ürün veya sunduğu hizmetle toplum içerisindeki bir takım ihtiyaçlara cevap verir. Yani ürün veya hizmet mutlaka ve mutlaka tüketiciye fayda sağlamalıdır. Tabi bu faydalar ürün bazında çok çeşitli kollara dağılabilir. Kimisi Louis Vuitton çanta alarak itibarını veya sosyal statüsünü arttırarak fayda sağlar, kimisi ise Hp all in one yazıcı alarak farklı işleri aynı anda yapıp zamandan fayda sağlar.
Diyeceksiniz ki bunların dışında rakipler tarafından üretilen ürünler veya geliştirilen hizmetler ne olacak?
Bakınız onların ya fiyat ya da özellik bazında mutlaka ve mutlaka bir artısı vardır. E, bu bağlamda da artan rekabet ile gelişen ekonomi içerisinde kendine çıkar sağlayan tüketiciler her zaman karlı çıkarlar. Fakat gelin görün ki tüketiciler için iyi olan şeyler bazen kurumlar için iyi olmaz. Yapılan yatırımlar bazen karşılığını vermez.

Peki, böyle olunca ne yapmak gerekir?
İşte o anda devreye rakip ve rekabet mantığı girer. Adam gibi oturup düşünülür, rakiplerinize nazaran sunabileceğiniz rekabet avantajları sıralanır. Ha, siz rakiplerinizin sadece bir alternatifi olmayı düşlüyorsanız, o zaman hemen o işi bırakın. Çünkü gereksiz yere şirketin bütçesini kullanmış olursunuz.

Demek istediğim şudur; bu banka kartının rakiplerine nazaran sunduğu en büyük avantajı ki avantaj mıdır bilemem, üstündeki tasarımıdır. Onun dışındaki çoğu özellik diğer bankaların kredi kartlarında! Mevcuttur. Neden ünlem koyduğumu merak ediyorsanız, bu ürünün kredi kartından hiçbir farkının olmadığıdır. Tek bir özellik olarak bankamatik havası vardır ki, şu an kullandığım bankanın kredi kartında da aynı özellik mevcuttur ve hatta o hesabımdan otomatik ödeme bile yapabilme artısına sahibimdir.

Ben açıkçası bu çalışmanın peruklu arkadaşlara ithaf edildiğini düşünüyorum. Çünkü zorlamalı bir konsept yaratma algısı var ki sadece bunu çıkardıkları bankamatikle sergiliyorlar. Açıkçası atı alan Üsküdar’ı geçti arkadaşlar. Bizim peruklular konsept algısını bütün şubelerinde gerçekleştirdi. ATM’sinden bankanın iç mimarisine kadar yaratılan her şey belli bir tema üzerinde ilerleyip o renklilikle devam etmektedir.
Bu karta geldiğimde ise ürün ve hizmet bazında zayıflık, konsept algısında ise kopukluk görüyorum. Ben, bu kadar kopukluğun içinde yeni bir konsept algısı yaratmaktansa rakiplerimin sunduğu hizmetlerin yanı sıra ekstradan avantajlar dünyası yaratıp hedef kitlemin karşısına hiç olmayan bir faydayla çıkarım ki en azından akıllarda dağınık puzzle parçalarına yer açmam. (Konsept görünmeye çalışan banka)

Şimdi gelelim pazarlama grubunun içerisindeki reklam algısına. Her zaman şu mantığı savunmuşumdur; reklam ve pazarlama dünyasına hakim değilsen, bu işin bilimsel eğitimini almadıysan, dünyadaki büyük markaları incelemediysen, piyasayı takip etmiyorsan, en basitinden kendi rakiplerini inceleyip bu duruma göre bir duruş belirleyemiyorsan ve en, en önemlisi yerel ve global olmak üzere dünya üzerinde yayınlanan ses getirmiş reklamlara aşina değilsen bu işi ne reklamcı nede reklam veren tarafında yapmamalısın. Gayet açık ve net bir söylem. Coca-Cola gibi büyük bir markanın global reklam kampanyasından haberin yoksa,(imkanı yok) bunun üstüne ona benzer bir senaryoya olur veriyorsan ve bunu ses getirmiş ödüller almış, çoluk çocuğun, yediden yetmişe herkesin etkilendiği bir reklamın yayından kalktığının iki veya üçüncü haftasından sonra yayınlanmasına göz yumuyorsan söyleyecek tek kelime dahi bulamam (ki buldum).
Bare en azından akıllardan silinmesini, algılardan çıkmasını bekle. Şunu düşünebilirsiniz, “efendim ne olacak bunu siz reklamcılar biliyorsunuz, reklamı izleyen müşteriler farkında bile değil” O zaman bende “senin hedef kitlen A, A+, sen öyle düşünmeye devam et” derim.

Fazla uzatmadan hemen reklamcı tarafına gelirsem durum vahim.
Hiçbir şey düşünemedik, sattıran yaratıcılıkta fikir bulamadık bizde o yüzden bunu taklit ettik konumuna düşeceklerini sanmıyorum, en azından kendimce teselli arıyorum. Vardır bu işte bir iş dediğim zamanda yaratıcılığına bok sürdürmeyen reklam ajanslarının web sitelerindeki büyük laflar aklıma geliyor O ahkam kesmeler, benden yaratıcısı yok nidaları, yaratıcı olmayan reklam sattırmaz iddiaları. Demek ki bu lafların hepsi yalan dolandan başka bir şey değilmiş.
Bu kadar fasfataya rağmen şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki dışarıda böyle kötü bir ürün ve pazarlama stratejisi için o kadar güzel fikirler yaratacak yetenekli insanlar var ki hala bunun farkına varamadığınız ve işinizin başında olabildiğiniz için sizleri canı gönülden kutluyorum.

Filed under having 0 yorum  

Devam film Torku'nun ilk bölümü :)

12 Ekim 2007 Cuma by Adv-Man

Filed under having 0 yorum  

Gelelim TORKU efendiyeeee !

11 Ekim 2007 Perşembe by Adv-Man

Hatılarmısınız Moby adlı electronic müzik yapan bir abimizin “In thıs world” adlı şarkısı için yaptığı bir klip vardı. Uçan dairesiyle dünyaya gelen, tipleriyle olsun “hello” yazılı pankartlarıyla sergiledikleri içtenlikleri olsun şirin mi şirin kahramanları vardı. Hani New York’a iniş yapıp Soho caddelerinde geziyor, oradan Wall Street’e geçip o hengâmede kendilerini göstermeye hatta utanmadan soluklanmak için Central Park’a dalıyorlardı.

Tamam hatırladınız.
İşte bu bizim afacanlar öküz Amerikalılardan umduğunu bulamadığı için kırılan kalpleriyle tekrar yola düştüler.

Yolda “şu koca dünyada bizim farkımıza varacak, bizi layıkıyla ağırlayacak, sevecek okşayacak birileri yok mu” derkene cennet Türkiye’nin, misafirperver insanlarının bulunduğu İstanbul şehrinin üzerinden geçerler.

İçlerinden tombul olanı yani tor, altıncı hissine güvenerek (nede olsa uzaylı) “hele şuraya bir iniş yapalım” der.

Arkadaşı ilk başta sallamasa da, sırf onun kırılan kalbini daha da deşmemek için “eyvallah” der ve boğazın o eşsiz sırtlarına iniş yapar. O da ne! Bizim kahramanlar iki kişi.
E,diğerleri neredeydi?
Sesli düşündüm ya, ku bana dönerek “abi ajans fikri arakladığı için telif hakkı falan başı derde girmesin istedi. O yüzden sayınız az olsun en azından buradan yırtalım dedi”. E, uşakların içinde en fotojenik biz olduğumuzdan, bizleri çağırttı” diye dert yakınır :)

Neyse devam edelim.

Bu zibidiler gene aynı formatta, indikleri şehirde kültür turu yaparlarken (bu sefer pankartsız, çöş artık bide o olsa) bir yandan da fark edilmeye çalışırlar. Haliç, Üsküdar, alışveriş merkezi, Ortaköy derken pilleri biter ve bir banka kurulurlar. Tam her şey bitti “buradakiler bizi iplemediyse daha sittinsene kimse bizi iplemez” diyecekken aç bir çocuk çikolatalı kekten yapılmış (Hansel ve Gratelin 21.yüzyıl versiyonu) uçan daireye atlayıp ham yapmaz mı.

İnsanın çocuğu boğazlayası gelir.

Ulen bizim zibidilerin aracını yedin. Artık bırak seven birilerini aramayı, kendi memleketlerine de gidemeyecekler. Çocuk kıtlıktan çıkmış gibi yerde gördüğü çikolatalı keki yiyor misali (değil, gerçekten. Iyyy) birden bizim zibidileri görür. O ne falan derken, bizim tor ile ku “giden gider, bak en azından bizi fark etti” deyip çocuğa sevgi içinde atlarlar.
Tabi sonrası bilindik Türkiye gerçekleri. Gazete manşetleri, dizi filmlerde ağa rolleri, magazinde “benden başka Türkiye’de jön yok” açıklamaları ve diğer şeyler.

Uzattıkça uzatıyorum ama hoşuma gitti ne yalan söyleyeyim :)

Neyse, masalımızın sonuna gelirken bu durumlardan haberdar olan MOBY menajerlerine talimat vererek “siz benim yaratıkları çalmışınız” diye dava açar bu masalda ajansın müşterisini kandırdığı, mevcut senaryoyu farklı şekilde itelediği, kreatif grubunda “biz yaptık” şeklinde osuruktan nameleriyle biterrrrrrr.

Not: Bu iş Kristal Elma alırsa Moby’nin yanına Amerika’ya gideceğim.

Filed under having 0 yorum  

Abartı sessizlik.

by Adv-Man





Ürün Siemens’in elektrik süpürgesi. Amaç sessiz çalışan bir elektrik süpürgesinin “sessizliğini” anlatmak. Kullanılan mekanlar iyi seçilmiş. Çünkü ortada sessizlik içinde yürütülmesi gereken, normal hayat akışının dışında belki ciddi, belki put gibi durmayı gerektiren özel durumlar var. Böyle bir mantık dahilinde oluşturulacak resme elektrik süpürgesini yerleştirince zaten olağandışı durumun farkına varırsınız ki gerçek hayatta olsa dayaklık nedeni bile teşkil eder. Fakat gelin görün ki bunun altına ufak bodycopy geçip resim üzerindeki insanların dikkatlerine şapka çıkartılacak bir tutkuyla bağımlı olduklarını yerleştirirsek, ödül alınabilecek bir ilan tasarlamış oluruz.
Aslında fikir oldukça basit. Zaten basit olanı düşünmek en zor olan iştir. Bu bağlamda ödül alabilecek bir ilanın oluşturulmasındaki basamak aynen şu sıralamayla gerçekleşmiştir.

Sessiz olunması gereken bir yer.
Ses çıkartan bir alet algısı.
Fakat Siemens mühendisleri tarafından yapılan üstün çekiş gücüne sahip sessiz süpürge
Çok sayıda insanın mevcut durumdan etkilenmemesi hatta farkına bile varmaması.

İşin pazarlama safhasından da bakıldığında bu ürün satar diyorum. Çünkü ilan, reklam tanımına uyan SATIŞI GERÇEKLEŞTİRECEK fikirlerle donanmış. Anlamamak için aptal, almamak içinse parasız olmak lazım. :)

Filed under having 0 yorum  

Selülitli Playboy kızı.

by Adv-Man



Hugh Hefner’ın böyle bir kızı kapağına koyacak kadar aptal olacağını zannetmiyorum. Zira kendisi Gisele Bundchen’i soymak ve hedefi tam on ikiden vurup yüzyılın kapağını tasarlamak için uğraşıyor.

Bu daha çok bizden ya da bizim kızları ilgilendirecek bir çalışma.
Gördüğünüz gibi derginin kapağı şeklinde tasarlanmış havlular kızlarımıza Playboy kapağına çıkma şansını veriyor.
Hem de göğüs, bel, kalça ölçülerine bakmadan. İster çatlaklı olun ister selülitli. Bu havlu için hiç fark etmiyor.

İşin gırgır yanı güzel, marka algısı ise şahane. Ürünün dağıtımı hakkında bir bilgi bulamadım ama plaj aksesuarları satan mağazalarda ve dergi alana havlu bedava tadında bir promosyon çalışması düzenlenmiş olabilir.

Güzel ve hınzır bir çalışma olmuş. Türkiye’de bunu korsan üretecek merdiven altı imalathane cidden parayı vurur benden söylemesi.

Filed under having 0 yorum  

Doğuştan koşucu.

by Adv-Man

Aslında bu benzetme, yabancısı olmadığımız genellikle efsane olmuş markalarda gördüğümüz bir slogan haline gelmiştir. Harley Davidson, BMW vb.. markalar, doğuştan benzetmesini ürünlerinde sıklıkla dile getirmişlerdir.
Birde “katil doğanlar” var ama o konumuz dışı. Aklıma geldi söylemek istedim belki alır izlersiniz. Filmin psikolojik boyutu gerçekten etkileyiciydi.
Neyse.
Başlığın hafızalardaki x markadan kaynaklanan benzerliği, ürünün hedef kitleyi etkilemesinde stratejik bir hata yaratabilir. Çünkü “biz bunları çok duyduk, sıradaki” deme oranları
yüksek bir ihtimal. Ama gene de polyanacılık yapmak gerekirse, espri çok güzel prodüksiyon çok doğal ve gerçekten amatör video havası yaratmış ki buda reklama tuhaf bir inandırıcılık katmış. Yalnız bir şey var ki ne ürünü görüyoruz ne de ürünle alakalı bir görüntü. Sadece packshot’da Fila markası ve slogan. Bu durumda ortaya yetenekli ve gelecek vadeden bebekten başka bir şeye tanık olamıyoruz.

Bu şekilde ilerleyen reklamdan aklıma gelen ilk sorular

Bu çocuk büyüdüğünde Fila giyen bir şampiyon mu olacak?

Babası Fila giyiyor da, çocuk bu gazla depara mı kalkıyor?

Veya

Fila her doğan yetenekliği çocuğa otomatikman sponsor mu oluyor?

Neyse abartmadan reklamın tam zamanında şaşırttığını ve bu yüzden akılda yer alabileceğini fakat pazarlama açısından ürünü sattıracak mesajdan pek yoksun olarak birleştirilmesi beni biraz üzüyor.

Son olarak çocuk koşarken dikkat edin Chucky filmindeki oyuncağa benziyor.
Bırrrr. (Tüyler diken)

Filed under having 0 yorum  

Bir anlık dalgınlık ...

by Adv-Man








Sabah alarmın acı sesiyle uyanıyor fakat fiziki olarak ona başkaldırıda bulunuyorsunuz. Ama sorumluluk o kadar despot ve diktatör ki, elinizi kolunuz bağlı eyvallah çekip hazırlanıyorsunuz. Her zamanki otobüs durağına, doğru yola çıkıyorken bünyede diktatörün vermiş olduğu bir gerginlik, uykunun ise içten içe dolaştığı mahmuriyet var.
Bir anda dalgınlık ve mahmuriyet birleşiyor ve “hassiktir lan o da ne” diye bir refleksle irkilip gerisin geriye yaylanıyorsunuz.

Neden mi?
Psikopatın biri elinde keleşle durağa doğru geliyor. Hemide siyah. “Ne’oluyoruz lan ayrılıkçı bir Afrika ülkesinde mi yaşıyor, yoksa hala rüyamı görüyorum” diye kendi kendinize konuşuyorsunuz.

Karşımızda, arka plandaki görüntüye kadar çok iyi hazırlanmış bir açıkhava çalışma örneği var. Amnesty International’ın hazırlattığı bu çalışma, üç boyut kavramını aşarak hayatın bir parçası oluyor. İnsanların bol olduğu bölgelerdeki raket ve durakları ortama uyum sağlayacak şekilde tasarlayarak birebir boyutlarda gerçek bir durummuş gibi canlı göstermek, gerçekten alkışlanacak bir yaratıcılık örneğini teşkil ediyor. Tabi burada bölgelerin özelliklerine göre kullanılacak temalarında belirlenmesi, etkinin kimi zaman “hassiktir” kimi zamanda pişmanlık ve üzüntü şeklinde gerçekleşmesini sağlayabilir.
Benim favorim tren istasyonundaki raketle beraber otobüs durağına doğru yaklaşan eli silahlı çocuk.

Açıkçası böyle bir çalışmayla sabahın köründe karşılaşmak istemem.

Not: Bu şaşkınlığın dozu reklama idrak olduğunuz sayı kadar düşecektir. Çünkü algınız alışacak ve şaşkınlık ifadesi her zamanki gibi bireysel umursamazlığa dönüşecek. Tıpkı onlara bir kere üzülüp unutmamız gibi.

Filed under having 0 yorum  

Yaratıcı ilan nasıl olur?

10 Ekim 2007 Çarşamba by Adv-Man


Ahanda böyle oluyor.

Hemen açarsak; bir idiotun bile anlayabileceği basitliğe sahip, bir akıllının düşünemeyeceği zekilikte olmak birde üstüne ürün fayda ve özelliğini bu kadar açık ekstradan bir çabaya ihtiyaç duymadan yapılan iş, yaratıcı iştir. Bakın birde bunu güzel bir atıfla birleştirmiş buradan da espri malzemesi çıkarmış.
Mesaj gayet açık. Üzerinde konuşmaya bile gerek yok. Zaten bu iş Epica’nın 2004 yılında düzenlemiş olduğu yarışmada ödül aldı. Gerçekten hak edilmiş bir zafer. Yalnız bu arada deyinemeden edemeyeceğim. Markanın pazarlama grubunu da ayrıca tebrik etmek lazım. Çünkü hiçbir müdahaleye ihtiyaç duymamışlar. Kreatif grubu tamamen kendi hallerine bırakmışlar.
Bu çalışmanın bizim marka temsilcilerine de örnek olmasını dilerim.
Türk insanının “amannn bunlar anlamaz şeklinde” zekasını küçük görmek yapılacak en büyük hatadır.

Filed under having 0 yorum  

Ürün tanıtımında şeffaflık !!!

by Adv-Man


Sizlere videoyu buradan izlettirmek için çok uğraşsam da blog’dan kaynaklanan bir takım sorunlar buna engel oldu. Onun için temsili fakat bir o kadar ilginç fotoğrafıyla size markanın videosunu izleyebileceğiniz linkini vermekle yetiniyorum. Neyse konumuza dönelim. Bir kozmetik firmasının kurumsal reklam imajına dayalı yaptırdığı bu çalışma, ürünlerindeki profesyonel üretim ve ar-ge gücünü, içeriğindeki doğal malzemelerin kullanıcılar üstündeki olumlu etkilerini, zararsız bileşenlerin her şeye hassas hamile kadınlarda bile kullanabileceğini, tabiri caizse kendi çıplakları kadar doğal olduğunu anlatmaktadır.
Tabi bu özeti geçtikten sonra asıl anlatmak istediğimiz noktaya geliyoruz.

Çıplaklık, doğal ve güvenilir ürün imajını verebilecek kadar samimimidir?

Erotik kanalların bile yurtdışında belli bir başlama saati varken bu kadar uzun süreli bir çıplaklığın reklamlarda yer alması ne kadar doğrudur? (Kulaklarım çınlamaya başladı. Diyeceksiniz ki çıplaklıkla erotik filmin arasında dağlar kadar fark var aynı kefeye koyamazsın. Evet, haklısınız. Bende öyle düşünüyorum ama bizim gibi düşünen insanların olmaması ve açıkçası küçük çocuklar arasında ilginç yaklaşımlara yol açması bunu ister istemez aynı kefeye koyuyor)

Hadi bir ilan için uygulanabilirliği daha müsaitken neden bir Tv reklamında çok sayıda çıplaklıkla karşılaşıyoruz?

Bu kadar çıplak insan tek bir kişiden ziyade iticiliği arttırmaz mı?

Benim fikrimi sorarsanız, gerçekten çığır açacak bir reklamın nedense anlayamadığım bir samimiyetsizliği beni çok rahatsız ediyor. Yani çok mu zor para veya nam salmak için soyunmak? Teselli bulduğum tek nokta sedyede yatan siyahi arkadaşı ayakta görmememiz. Yönetmende bunun farkına varmış ki sen burada takıl demiş :)

http://www.elave.co.uk/nothing-to-hide/low.php

Filed under having 0 yorum  

Garfield, Alarko’nun bayisi mi, yoksa yetkili servisimidir?

by Adv-Man

Hani gördüğünüzde ne alaka be kardeşim dedirten reklamlar vardır ya, işte bu reklam o reklam. Yanlış anlamayın. Garfield gibi muhteşem bir çizgi karaktere değil lafım. Lafım, makine mühendisliğinin ortaya çıkarmış olduğu yararlı bir aletin, reklam stratejisine ne kadar uyumsuz olduğudur.

Pardon, lolipop reklamı mı çekiyorsunuz? Yoksa bu kombinin içinden meyve özleri falan mı fışkırıyor? Yahu Türkiye’nin enerji ihtiyacının %60’ının doğal gaza geçtiği bir dönemde üstte belirttiğim gibi makine mühendisliğinin yapmış olduğu bu faydalı aleti Garfield’la mı tanıtıyorsunuz. Biliyoruz önceki reklamda izlediğiniz testimonial stratejisinde sürekli “yani, yani, yani” diyen adamdan dolayı imaj kaybettiğinizi, ama bu reklamda onun alternatifi olacak gibi değil. Bare en kötü Garfield’ın kafaya bir teknisyen şapkası falan yerleştirseydiniz.

Olamamış kesinlikle olmamış. Eleştirilecek o kadar çok şeyi var ki okumaya sabrınız yetmez.

Mesela görüntülerin hepsi filmden alıntı. Hadi alıyorsun, neden bunu Garfield’ın evin içinde kıçını yaydığı tembellik ettiği görüntülerden derlemiyorsun. Öyle yapsan “Ohhhhh, sıcacık evde yaydı misler gibi” diyeceğim ama onu da diyemiyorum. Sürekli dans ediyor ve sürekli dışarıda. Ha küresel ısınmaya bir nebze tampon oldu diye seviniyorsa o zaman söylesin bizde bilelim. Açıkçası görüntüler verilen mesajlarla uyum sağlamıyor. Karşımıza bir animasyon çıkıyor, bir şeyler söylüyor ve insanlar kanal değiştiremeden ekrana mal, mal bakıyor.

Hayır, reklam ajansını geçtim Alarko’nun pazarlama grubu hiç oturup da, ya bizim hedef kitlemiz kim, biz kimlere seslenmeliyiz demiyor mu? Sen yaptığı binaya kombi takacak müteahhitti Garfield’la mı ayartmaya çalışıyorsun. Ha, Garfield iki yemek yedirir komisyonunu tringo çıkartır o zaman bilemem, ama böyle olmayacaksa da müteahhit, bir kedinin lafıyla iş yapmaz. Ya da benim potansiyel müşteri olduğumu farz edersek, bir kere böyle bir çizgi kahramanı bu kadar kolay harcadığınız için baştan kıl olurdum. İkinci olarak da hemen kanalı değiştiririm. Çünkü be Garfield’ı tanıyorum !!!!!!!
Açıkçası eski reklamlardan olan koltuğun üstünde yatan İran kedisi, bence bu çalışmadan çok daha iyiydi.

Son olarak eklemek istediğim şey şu, hedef kitleyi tanımak ve üstünde araştırma yapmak pazarlamanın en önemli basamaklarındandır. Ürünlerinin kimler tarafından tercih edilmediğini bilmeyen bir marka, reklam paralarını çöpe atmış sayılır.

Filed under having 0 yorum  

Kimse bizi anlamıyor mu? Bu kadar yalnız mıyız?

by Adv-Man

Valla eğer Turkcell reklamındaki gibi bir hale düştüysek “vayyy bizim halimize” diyorum. Çünkü reklamı izlerken bizim mahallenin berberine bana gösterdiği sıcaklıktan dolayı şüphe ediyorum. Acaba dayı benim saçı kesmek için aklından bin bir türlü fantezi mi kuruyor yoksa onun arzu ettiği genç bir delikanlının imajını bana mı yamamaya çalışıyor diye düşünmeden edemiyorum. Hadi bizim mahalle berberini geçtim, sonuçta adam benim sidikli halimi biliyor, diğer berberlerde mi bu şekilde fanteziler içinde yaşıyor. Diyeceksiniz ki bunu sırf berber olarak değil de, bunu hayata indirgediğimizde farklı düşünce ve davranışlarımızın sonucunda gördüğümüz muameleler olarak gör.

Tamam, hadi bakalım o zaman.
Toplumsal yaşam içinde bir birey sürekli olarak iletişime maruz kalır. Mesaj alıcıları, vericileri ve onları tamamlayan mesajlar. Aslında insan bu görünmeyen soyut ama varlığını hissettiren döngüyle yaşar. Ahlakını, değerlerini, bilgisini, kültürünü, yaşaması için gerekli olan her donanımı buradan kazanır. O yüzdendir ki iletişim her şeydir. Ha jenerasyon farkı, efendime söyleyeyim“şimdiki nesil acayip rahat” gibi benzetmeler tabiî ki de doğal olarak kullanılacak. Çünkü ortada jenerasyonlar arası bir kıskançlık söz konusu. Babalarımız internet hayatına 20.yüzyılda kavuştu ki ancak son 2000’lere girdiğimizde bunu hayatının bir alışkanlığı haline getirebildi. Yani bilgi dağarcığı darken, 50’li yaşlarda sınırsız kaynağa sahip oldular. Bırakın da adam kıskansın.

Küçüklüğünde böyle bir teknolojiye sahip olan adamın şu an size “interrail’e çıkmana izin vermiyorum” demesine imkân var mı? Dedelerimize hiç girmiyorum. Kısacası teknoloji demek; bilgi, kültür ve zihniyet değişimi demek. Ha kötü yanı var mıdır? Tabiî ki de. Fakat biz olayın bu yönüne değil bizi ilgilendiren kısmına bakmalıyız. Sadece iletişimi bilgisayar veya teknoloji üzerinden değil her defasında kinayeli “ulan bizim zamanımızda olacaktı bunlar” diyen çevremizdeki üst jenerasyonda aramalıyız. Tamam, dogmatik gelen aile görgüleri olabilir. “Ben kulağıma küpe taktığım an babam benle ilişkisini keser” diyen çok arkadaşım oldu. Ama bunu tutup da yalnızlığa, beni anlamıyorlar tribine sokmaya gerek yok.

Reklamda bu kadar ağır bir felsefe kullanmaya gerek yok. Sen bana üründen bahset. Bana ne kadar kontör kıyağı yapacaksın ondan bahset. Geçin bu ayakları. Reklam başarılı ona diyecek hiçbir lafım yok. Çok güzel beyin yıkıyor ve marka bağımlılığını çok yerinde oluşmasını sağlıyor. Ama benim demek istediğim şu, biz gençler yaşadığımız serbest ekonomi, serbest ticaret hayatında bu tür şeylere aldanmamalıyız. Bizim için ne karlıysa, hangi hizmet bize avantaj sunuyorsa ona yönelmeliyiz. Yani size şunu diyorum; Serbest Ekonomide Markalara Menfaatçi yaklaşın. Menfaatiniz yoksa iki dakika durmayın.

Filed under having 0 yorum  

Tutku, aşk, romantizm; hepsi bu dizide. Pardon reklam filminde.

by Adv-Man

Size polisiye bir filmin senaryosunda cinayetlerin kimin işlediğini söylemiş gibi hissetmeme neden olan bu başlık, aslında yazımın ana fikrini oluşturuyor. O yüzden şu an söyleyeceklerimi sizin ön kuramlarınızla birleştirebiliriz.
Geçenlerde izleyecek bir şey bulamamanın verdiği sinirle kumandayı seri bir şekilde tuşlayarak kanallar arasında “zap “yapıyordum ki birden hizmet sektörünün medya kategorisinde yer alan bir markada (kanalda) bu reklama rastladım.
Tabi ilk önce “yeni bir dizi daha yayına” giriyor kuşkusuyla yaklaştım. Çünkü prodüksiyon ve replikler çılgın bir aşkın, sarsılmaz bir tutkunun işaretlerini veriyordu.
Fakat oda ne sol üst köşeye baktığımda marka (kanal) logosunun reklamda olduğunu belirten bir değişim vardı. Bir fırsat yakaladığımı düşündüm ve hiç istifimi bozmadan devam ettim.

Gerçekten son zamanlarda en iyi kurguya, en iyi repliklere ve en iyi marka mesajlarına sahip olan tek reklam filmi diyebilirim. Baktığınızda çok basit ve sade bir yapıya sahip olan film, aslında zekice hazırlanmış ana fikirlerin içinden besleniyor. Bu fikirlerden en önemlisi reklamın bir dizi veya sitcom tadında kurgulanmasıdır. İkinci olarak, repliklerin herhangi bir dizide kullanılabilecek kadar tanıdık olması. Üçüncü ve son olarak ise marka, ürün, fayda ve mesajların “ben buradayım, beni seç” çığırtkanlığından uzak olması.

E, tabi bu şekilde sıralanan değerlerin bir sonuca varması gerekliliğini unutmazsak gene mutlu son benzetmesini şak diye yapıştırabiliriz.
Çünkü reklam, izleyicilerin ta kendisini anlatmaktadır. İzleyicilerin hayatını, sürprizlerini, isteklerini ve değerlerini sunmakta, üstüne üstlük “ay kız acaba şimdi ne olacak” merakının reklamda bire bir verilmesiyle kötü sona uzak bir başarıyı ortaya çıkarmaktadır.

Filed under having 0 yorum