Toplama Reklamcılık! (yeni bir TV versiyonu)

28 Şubat 2008 Perşembe by Adv-Man

Karşınızda Hüseyin arkadaşımızın bahsettiği reklam.

Felsefesi çok iyi, kurgusu çok masalsı olmuş. İnsanların birer ışık kaynağı şeklinde tasviri ve bu felsefeyi yaşatma adına birer obje haline dönmeleri çok esprili olmuş. Tozun, dumanın, tahta köprülerin, peştamalların içinde farklı bir fantastik dünya yaratılmış. Reklam “acaba ne olacak” sorusunun getirdiği merakla izlenebilirliğini kaybetmeden devam ettirebiliyor. Benim açımdan tek kusuru; ağzına sakızı atana kadar ki süre içinde her şeyi dolaylı yoldan anlatması olabilir. Yani illa eleştirmek gerekirse bunu söyleyebilirim. Fakat kurgudaki fantastik efsane algısı zaten pek bir anlam ifade etmeyecek bu eleştiriyi yerle bir edebilir.

Sakız işlerinde gördüğüm en iyi reklam diyebilirim. Hüseyin paylaşımın için teşekkürler :)

Not: Bu arada bütün şehrin ışığa kavuşmasıyla sergilenen eğlencenin, disko ışıklandırması gibi yanan seri bağlantılı kafalar şeklinde canlandırılması acayip kopardı beni.

Filed under having 0 yorum  

Toplama Reklamcılık! (ilan örneklemeleri)

26 Şubat 2008 Salı by Adv-Man














Filed under having 2 yorum  

Toplama Reklamcılık!

25 Şubat 2008 Pazartesi by Adv-Man



Çift çekirdek AMD işlemci, 2 GB Kingston Ram, 1 GB ATI Saphire ekran kartı ….. şeklinde performansına inandığınız markaları bir araya getirerek üstün nitelikli bir bilgisayar oluşturabilir, normal markaların sunduğu kalitenin üstüne çıkarak fiyat ve performans bakımından kendinizi tatmin edebilirsiniz. Tam anlamıyla başarılı bir “Toplama Bilgisayara” imza atarak Counter Strike’ndan WOW ‘a kadar en performanslı oyunlara tozunu attırabilirsiniz.

Yalnız konumuzla bu örneğin ne alakası var demeyin. İzlediğiniz Vivident reklamı, üst tarafta gördüğünüz ilanlardan toplanıp derlenen bir versiyon olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani yaratıcı ajansımız fikir bazında yaratıcılıktan ziyade fikri bir araya getirmede yaratıcı davranmış. Yapılan iş, Archive adını verdiğimiz hepinizin bildiği dönemsel reklamların toplandığı kitaptan bir gün brief’in gelmesiyle ortaya çıkan “şunları bir karıştırayım belki bir şeyler” çıkar ümidinin fiili bir müdahaleye dönüşmesiyle ortaya çıkmıştır. Hım, reklamın tüketici bazında hoş olduğu bir gerçektir buna asla görmezden gelemeyiz. Sonuçta çoğu tüketici reklamcıların takip ettiği kitapları ve internet sitelerini bilmez. Bu biraz ilgi ve mesleki durumla şekillenen bir süreçtir. Fakat gel gelelim biz reklamcıların günde en az bir Archive karıştırdığını, saat başına adverbox gibi büyük reklam database’lerini takip ettiğini düşünürsek bizim için çok tanıdık bir çalışma olduğunu görebiliriz. Zaten dikkat ettiyseniz bu reklamı bir reklamcı camiası (öğrencisinden çalışanına kadar) içerisinde eleştiriyorum. Yoksa amenna tüketici bazlı ortada hiçbir sorun yoktur.

Filed under having 1 yorum  

Aklınızdan Zorunuz mu Var?

by Adv-Man

Evet, kredi kartlarından nakit avans çekmek için insanın aklından zoru olması gerekir. Bırakın deli gömleği giymeyi, psikopat olduğunuz için Taksim’de sallandırılmanız bile çok masum durabilir. FinansBank’ın geliştirdiği “Nakit kart” hizmetinin reklam kampanyası, beğeni toplamasının dışında yeni bir soruna etkili bir şekilde parmak basılmasına kapı araladı. Belki de sektörün kendi kendine ipinin çekilmesine vesile de oldu diyebiliriz.

Hürriyet Gazetesi’nin ekonomi sayfasından Erkan Çelebi’nin yaptığı araştırmada, kredi kartlarından yapılan nakit avans çekiminin tüketicilere olan toplam maliyetinin %7 ile % 8,92 (faiz ve çekim bedeli) arasında olduğunu ve bunun tam bir delilik olarak ifade edilebileceği yazısını görebilirsiniz. Zira verdiği bilgiler ışığında gerçekleştirilen bu tür işlemlerin yıllık enflasyon bazının çok yukarısında olduğunu ve gelen ekstrelerde insanların bu ağır koşullarla karşı karşıya hatta kimi zaman alınan nakit avansın ilk aşamada sadece faizinin ödenebildiğini anaparanın ise açıkta kaldığı durumların ortaya çıkardığını göstermektedir. Yani tam anlamıyla bir delilik. Son hatırladığım bankalar yasasında, sözleşmelerde açık bilgi ve bilgilendirme yapılmasının gerekliliği olması mevcutken, insanların bu reklamla durumu fark etmesi açıkçası bana çok tuhaf geldi. Tabi burada suçlu kim derseniz bizim milletimizin vurdumduymaz tavrının olduğunu söyleyebilirim.
Yapılan araştırmanın diğer banka oranlarına baktığımızda, hizmet iyileştirme anlamında tek atağın FinansBank’tan geldiğini ve bunun farklı bir hizmet anlayışı olarak pazarlanması fikrini oldukça başarılı buluyorum. (http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/8304485.asp?gid=196&sz=58229)

Card Finans Nakit kartla yapılan para çekimlerinde aylık faiz, %2.99 gibi bir rakamla sınırlandırılmış. Bunun yanında diğer kartlardan alınan çekim ücreti (artık nasıl bir soyup soğana çevirme taktiğiyse) gibi bir hizmet bedeli ise ortadan kaldırılmış durumda. Yani Nakit kartla toplamda maliyet %3’ü bulmuyor. Açıkçası Garanti’nin alışkın olduğumuz ve daha sonra TEB’in geliştirdiği inovasyon fikirlerinden sonra bu hizmetin, çok daha başarılı olabileceğini söyleyebilirim. Ha, kullanıcı kitlesi ne kadar geniştir bilemem, ama şu an ortaya çıkan Ar-Ge lerle yarışabilecek yeni bir kart sistemi FinansBank’ın kozunu güçlendirdi. Bunun yanında sektörde taklit edilip tüketicinin bankalara karşı bir avantaj yakalaması da olayın cilası oldu.

İşin pazarlama boyutundan reklam tarafına gelirsek, olayın etkili bir şekilde izahat edildiğini söyleyebiliriz. Etrafımdan aldığım tepkilere baktığımda hem insanların bilinçlendiğini hem de “deli” benzetmesinin sorunla ne kadar bağdaşıp eğlenceli bir süreç yarattığını gözlemleyebiliyorum. Konseptin ajanstan mı yoksa bankadan mı çıktığını tam olarak bilemiyorum. Ama stratejinin, dile çevrilmesi bakımından bir ajans fikri olduğu çok belli. Bu arada reklamda pazarlamaya hakim olmanın gerekliliğini savunurken bu tarz bir reklamı sizlere örnek gösterebilirim. Pazarlama kriterleri ve hizmetin stratejisi doğrultusunda ortaya çıkarılan fikrin yaratıcılık anlamında ne kadar işe yarayabileceğini görmüşünüzdür. Yani satışı kuvvetlendirici yaratıcı bir reklam yapmak için pazarlamayı gerçekten iyi bilmeniz gerekir. Senaryonun ATM makinesinde geçen repliklerin çok esprili olduğunu ve reklamın izlenme sürecinde oldukça etkili durduğunu söyleyebilirim. Aynı zamanda packshot’a geldiğimizde kendini Napolyon zanneden bir adamın bile bu duruma kayıtsız kalmayıp “oha” çekmesi gerçekten yaratıcı bir senaryonun işleyiş ve basamaklarını bize en doğru şekilde göstermektedir. Ben, her zaman bir packshot’da duygusal, komik, eğlenceli vb duyguların verildiği bir son görmeyi çok başarılı bulmuşumdur. Tıpkı bu reklam da olduğu gibi.

Ajansı yaptıkları bu başarılı işten dolayı kutlarım. Gerisi Garanti’nin banka reklamlarında oynayıp daha sonra TEB’in kampanyasında yer alan Engin Günaydın’ın senaryosunu yaratan ajansın başına diyor, lafımı da sokuyorum :)

Filed under having 0 yorum  

Dikkat Köpekbalıkları!

21 Şubat 2008 Perşembe by Adv-Man


1971 yılından beri 152 ölümcül köpekbalığı saldırısı yaşayan ve yılda en az 3 kişinin köpekbalığı saldırısı yüzünden öldüğü Avustralya’da, Discovery Channel ve yerel TV kanalı Austar tarafından yapımı gerçekleştirilen “Shark Week” adlı programın güzel bir gerilla çalışmasını örnek göstermek istedim.

Çalışma, ülkenin milli sporu haline gelmiş “surf” aktivitelerinin gerçekleştirildiği ünlü plajlarda, yarısı köpekbalığı tarafından koparılmış board’larla gerçekleştirilmiş. Plajların belli noktalarına serpiştirilen bu boardlar, katil Jaws’ın keskin dişlerinden canını kurtarmış sörfçülerin ödü bokuna karışarak kaçtıkları ya da “Allah rahmet eylesin, nede güzel wake jump yapardı” hatıralarıyla anımsandığı hüzünlü dakikaların bir simülasyonunu yarattığından, çevre halkı tarafından dikkat çekici bir beğeniyle takip edilmiş. (bknz:resim)

Korkulu bakışlarla yarısı uçmuş board’a yaklaşırken “acaba bu bizim kaybolan Rasim abinin board’umu” şeklinde iç seslerle tereddütlü yaklaşımlara son veren “Shark Week” ve Discovery Channel yazılarını görünce, derinden oh çekip, merak duygusunu yenmek amaçlı yapılan yaratıcı olduğuna inandığım gerilla aktivitesi mutlu sonla sonuçlanır.

Açıkçası her duyurunun klasikleşmiş yöntemlerle insanlara sunulmasına çok karşıyım. Hem söylemek istediklerinizi tam olarak veremez hem de gereksiz çevre kirliliklerine neden olursunuz (broşür vs..) Gel gelelim konu itibariyle temasal bir yaklaşıma girerseniz gerçekten ilgi çekici işlere imza atar, istediğiniz hedef kitleye tam olarak ulaşırsınız. Discovery ve Austar’ın yapmış olduğu çalışma söylediğimiz stratejiye güzel bir örnek oluşturmaktadır. Bu yüzden de fikrin mecra bazında her zaman farklı bir başlangıç yaparak klasik seçimlere doğru ilerlemesi gerekliliğine inanmaktayım.

Filed under having 0 yorum  

Kurtarıcı Mektup!

19 Şubat 2008 Salı by Adv-Man


Oldum olası Amnesty International’ın işlerini çok beğenmişimdir.
İnsan hakları gibi hassas noktalara farklı bir yaklaşım ve bakış açısı kazandırarak tepkisizliğin ve ilgisizliğin törpülenmesinde gerçekleştirdiği tüm işleri çok başarılı bulmuşumdur. Özellikle açıkhava çalışmaları olmak üzere klasik mecraların dışında gerçekleştirdiği tüm işler, etkili mecra kullanımı ve yaratıcılık noktalarında insanların bilinç düzeyini yüksek oranda arttırarak, dikkat çekici sonuçlara imza atmıştır.
(Arşivimden aynı kurum tarafından gerçekleştirilen açıkhava çalışmasını görebilirsiniz)

Bu çalışmada olduğu gibi en basit bir mektup bilgilendirmesine bile katılan yaratıcılık, mesajların etkili şekilde kitlelere sunulmasında büyük bir rol oynamıştır. Gelişen teknolojiyle sadece faturaların yer aldığı posta kutularının o muazzam sıkıcı hissiyatlarının içinden çıkan diğerlerinden ayrışmış olan bu çalışma, dikkatleri hemen üzerine çekip, okunma sürecine anında katkı yaratmıştır. Tasarımdan ortaya çıkan merak algısı kişilerin mektup içindeki bilgiyi keşfetmesine imkan sağladığından, %38’lik bir bağış artışı Amnesty International’ın istediklerine bir nevi katkıda bulunmuştur.

Taptaze Bir Kış!

by Adv-Man

İstanbul’un en güzel açıkhava parklarından biri olan Caddebostan sahilde yürüyorsunuz. Bir yandan denizin o genizleri açan nefis kokusu, (sigara içiyorsanız “nah” alırsınız o kokuyu) diğer yandan suyun tadını doya, doya çıkartan yeni kesilmiş çimlerin kendine has ferahlığı. Gözünüzün kadrajında sürekli bir doğa resmi, alışılmış çıplak ağaçlar. Kafanızı nereye çevirseniz dalları birer figür içinde olan balerinleri, ellerini havaya kaldırmış bir şeyler bekleyen insanların siluetlerini görürsünüz.

Fakat gelin görün ki birden bu melankolinin içinde soru işaretleriyle anlam karmaşası yaratacak bir farklılıkla karşılaşırsınız. O heybetli bedenlerine rağmen soğuğa yenik düşen ağaçların içerisinde biri vardır ki hala yemyeşil ve dipdiridir.
Küresel ısınmaya da, dengesiz geçen soğuğa da aldırış etmeyen bu ağaç kafa tutarcasına ayakta, nispet yapar gibi yemyeşildir.

İşte “Rubin” markası ürününün yetisini farklı bir deneyim ile yaşatmak amaçlı böyle bir hikayeye imza atmıştır. Şehrin en güzel parklarında uyguladığı açıkhava çalışmasıyla ürününün özelliklerini farklı bir noktada, farklı bir şekilde ve gerçekten farklı bir deneyim içinde yaşatarak, dikkat çekici bir etkinliğe imza atmıştır. Yaratıcı fikrin soğuktan yapraklarını dökmüş ağaçların içinde canlandırılması ürünün pazarlama değerini açıkça ortaya koymuştur. Tazeliğinin yanı sıra, uzun süreli saklama koşullarında bile başarılı sonuçlar verebildiğini canlandıran çalışma,(yazdan kalma ağacın kışın ortasında bile yemyeşil kalabilmesi) açıkhava mecralarının tipik bir billboard’dan öte ne kadar yaratıcı bir şekilde kullanılabileceğini rahatlıkla göstermektedir.

Bir saklama poşetinin bile etkili bir şekilde reklamının yapılıp, klasik yöntemlerden ziyade daha ucuz ve dikkat çekici sonuçlarla marka bilinirliğini artırması benim için gerçekten önemli bir pazarlama başarısıdır. “aman alt tarafı saklama poşeti” deyip geçmeyin. Bu konuda tek olmuş bir markanın götürdüğü para bütün parklardaki dökülen yapraklardan daha fazladır. Onun içindir ki marka olmak bazen bir saklama poşeti için bile önemlidir.

Filed under having 1 yorum  

Knorr’dan Lezzetli Bir Reklam

14 Şubat 2008 Perşembe by Adv-Man

Dış sesin bir Alman ya da İngiliz tarafından seslendirildiğini görsek, vay be gavur gene yapmış der, kutlardık. :)
Yaratıcı fikirden, cast seçimine, prodüksiyondan, kurguya kadar yapılan tüm iş birbirini mükemmel bir şekilde tamamlıyor ve yabancı örneklerine bile parmak ısırtıyor. Knorr tarafından hazırlanan brief’de, annelerimizin çorbaları kadar lezzetli tanımının özellikle vurgulanması yaratıcı süreçte gerçek fikrin ortaya çıkmasına da büyük bir kolaylık sağlıyor. Her ne kadar annelerimiz hazır çorba dışında pek kendi üretimlerini sergilemese de, ürünün kullanım tarzları reklamın söylediğimiz brief doğrultusunda şekillenmesinde oldukça mantıklı bir tutarlılık sergiliyor. Yalnız fikir bazında bir şey kafamı kurcalamıyor değil. Reklam önermesinin neden sürekli erkek kullanıcılar tarafından resmedildiğidir. Bilmiyorum dikkatinizi çekti mi; ofis içinde hiçbir kadın çalışanın annesi yok, onları düzelten kurcalayan bir anne tasviri yok. Tamam bu durumdan en çok çeken erkeklerdir, ve genel bir kanı olan erkek çocuk annesine, kız çocuk babasına bağlıdır düz mantığına sahip olunması markanın hedef kitle seçiminde biraz eşit davranmadığı algısını oluşturabilir mi? Açıkçası bir kadının makyajını düzelten anne tasvirinin fikri öldürmeyeceğini, olaya renk ve boyut katabileceğini söyleyebilirim.
Yukarıda söylediğimiz gibi erkek çocukların anne tarafından daha çok korunup kollandığını düşünürsek zaten reklam fikrinin yaratıcı noktasına ulaşırız. O yüzden pozitif ayrımcılık konusunda fazla durmayacağım. Sonuç itibariyle reklamla karşılaştığımız noktada izleyiciyi kendine çeken bir fikir sürecinin yer alması marka mesajının etkili bir şekilde verilmesine olanak sağlamaktadır.

Kısacası bu reklam, marka mesajını verene kadar kendini izlettirir.
E, yaratıcı reklamında amacı bu değil midir :)

Filed under having 4 yorum  

Mahallenin Yeni Reisi :)

by Adv-Man

Kahramanız çok samimi bir hikayede yer alan süper tatlı bir köpek.
Tabi reklam bazında incelersek hikayemiz, reklamın fikri, köpeğimiz ise markanın temsilcisi oluyor. Bu tarz hayvanlar ve animasyon karakterleri, marka temsilcisi olarak yurt dışında sıklıkla kullanılmaktadır. Bunun marka değeri ve imajı açısından hiçbir sakıncası yoktur. Zira tam uyumluluk gösterdiği takdirde oldukça ilgi çekici bir maskot haline bile gelebilir.
Reklamın fikir bazında hikayesine baktığımızda, kullanılan köpeğin süper bir uyum içerisinde bizden olan mahalle hayatının bir parçası olabildiğini ve ahali tarafından saygı gören, bilinen ve sevilen birer maskot olarak kabullenildiğini görebiliriz. Zaten fikrin ana çerçevesi bu tanım üzerinden oluşmaktadır. O yüzden yukarıda bahsettiğim gibi İpragaz markasının sağlam bir hikaye üzerinde bu köpeği bir marka temsilcisi olarak seçmesi gerçekten reklam ajansının başarısını gösterir.

Mahalleyi koruyan, sakinlerine yardım edip, eğlencelerine ortak olan, yabancı ziyaretçilere karşı uyarıcı bir misyon üslenen, kendi sınırları içerisinde bile düzgün hizmet vermeyen bakkalın, çakalın gözünün yaşına bakmayan, objektif, doğrucu, dürüst ve yiğide hakkını veren bir insanın, bu reklamda ne kadar yalan duracağını :) bildiklerinden bu tanıma en uygun olan varlığı seçmeleri tek kelime ile süper olmuş. Bunların yanında şirin olmasının yarattığı sempati algısı da cabası :) İşin reklam gereklerinin yanı sıra sosyal bir anlam taşıması da diğer bir önemli noktaya parmak basmaktadır. Reklam, sokak köpeklerinin yaşadıkları bölgelerde birer mahalle sakini kadar hayat geçmişlerinin olabileceğini, sevilebileceğini, potansiyel kuduz köpek muamelesi görülmemesi gerekliliğini sıcak bir şekilde izleyicileri sunmuştur.

Yayınlandığı anda metinlerdeki ilgi çekici repliklerle izleyicileri ekranda tutabilme potansiyeline sahip olan reklam, mesaj verme açısından biraz geç kalsa da (41.sn) hikaye gereken ilgiyi ve gerekli olan güven duygusunu yeterince verebiliyor.
Kahramanın köpek sezilerini kullanması bilinç altımızda İpragaz’a olan güven sadakatini hikayeden bağımsız olarak geliştirebiliyor. Zaten reklamın sonunda rakip gaz firmasına duyulan kötü hissiyatlar köpeğimizin niyetini açıkça ortaya koymaktadır :)

Yalnızzzzzzzzzzzzzz bir şey var ki beni benden fena şekilde alıyor. Dublajın tam bir felaket olduğuna inanıyorum. Ha, bu hedef kitle için bir sorun teşkil etmeyebilir ama bizler için ciddi bir antipatik durum yaratığını söyleyebilirim. Zira seslendirme gerçekten işin son rötuşudur, cilasıdır ve anlatmak istediklerinizin önemli bir parçasıdır ve aynı zamanda bir yetenek işidir. Yani görsel anlamda izlediğimiz aktörlükten hiç ama hiçbir farkı yoktur. Tam tersi olayı yaşamadığınızdan daha zordur. Bu deneyimi eski çalıştığım bir ajansta müşteriye sunacağımız bir senaryonun seslendirmesini yaparken çok ağır bir şekilde yaşadım. Gerçekten seslendirme yaparken rol çekmek dünyanın en zor işidir.

Bu tanımdan yola çıkarak köpeğin karakterine, afacanlığına, tipine ve repliklerine baktığımda bu ses asla ve asla o ses olmamalıydı diyorum.
Ne sesin, ne tonun, nede canlandırmanın başarılı olabildiğini söyleyebilirim. Önündeki kağıdı alıp; durum, şart ve hikaye sürecini görmezden gelerek kötü bir seslendirme yapıldığı apaçık ortadadır. Es verilmesi gereken yerlerde es olmaması, tepkisel sesler çıkması gereken yerlerde tepkinin olmaması (mesela tüpü koklarken cümleyle girmekten ziyade “snıf, snıf bir bakalım” demek gerçekten daha sağlam dururdu) reklama uzun olmasından kaynaklanan, bir hızlandırma havası katmıştır. Ama dediğim gibi bu en çok bizlere batar. Hedef kitle için şahane bir reklam.

:)

Filed under having 0 yorum  

DDB, Volkswagen’i Seviyorrrrr!

8 Şubat 2008 Cuma by Adv-Man

Birbirlerine bu kadar yakışan, uyumlu, farklı düşünceleriyle yaratıcılığı tamamlayan, tutkuyla beraber romantikliği kaybetmemiş, her işte başarılı sonuçlara ulaşıp daha da ötesi için birbirini motive eden, aynı zevklere sahip, sadeliğin yanında yaratıcılığı destekleyen, mükemmel, uzun soluklu ve asla bundan sıkıntı duymayan birer sevgili gibiler sanki.
Bu benzetmeyi kusursuz bir ilişki yaşayan DDB ile Volkswagen ithaf ediyorum.

İki markayı nasıl tanımlarsın deseler; birbirlerini 70 yaşında bile olsalar deli gibi seven, ama aynı zamanda 20’li yaşların getirdiği tutku ve heyecan ile sürekli sevişmekten zevk alan doğaüstü çiftler olarak tasvirlerim.

Şöyle ki, sektörde birbirine yakışan çiftler şeklinde bir sıralama yapılsa (reklam ajansı-müşteri) kesinlikle birinciliği bu iki marka alır. Baktığınızda yapılan işlerin tümünde sindirilmiş bir ortak fikir dağarcığı görebilirsiniz. Benzermiş gibi bir duygu yaratıp tuhaf bir şekilde farklılığı ve yaratıcılığı sunmaları kıskanılacak en önemli niteliklerindendir.
Yapılan işlerin tümünde bu duyguyu hissedebilirsiniz diyeceğim ama bana abartıyorsun şeklinde tepki göstereceksiniz. Hayır, efendim abartmıyorum. Bill Bernbach itibariyle başlayan ilişki, yaratıcılığı oturtmuş olduğu standartlar üzerinde mükemmel bir şekilde inşa etmeye devam ediyor. Her tuğlada, her sıvada gerçek reklamın yapması gereken tüm gereksinimleri görülürken, temelinde de o VW’ ye özel yaratıcılığın sağlamlığını da hemen fark edebiliyorsunuz. Bu istikrarı yaratmak ve - uzun soluklu bir ilişki haline getirmek gerçekten büyük bir başarıdır.

İşte bu hissiyat tonlarında güzel bir girizgâh yapmama neden olan bir DDB ve VW reklamı gösterip sizinde onayınızı alarak hem fikir olabileceğimizi düşündüm.
VW’nin Bluemotion Polo modeli için gerçekleştirdiği, ana mesaj olarak ekonomik yakıt tüketimiyle çevreye olan uyumunu ve doğaya olan bolca katkısını ilginç bir örnekle denklemleyerek anlattığı animasyon reklamını izleyeceksiniz.
Son zamanlarda bildiğiniz gibi küresel ısınmanın en büyük tetikçilerinden gösterilen otomobil ve otomobil kullanımının yoğunluğu büyük markaları sosyal bilinç çerçevesinde hazırlanan reklamlara, kampanyalara ve araştırmalara yöneltti. Hızla artan Hybrid teknolojisinin kazanımları hem toplumsal bilincin yoğunlaşmasına hem de otomobil markalarının bir nevi günah çıkarmasını neden oldu. Bunun yanında geliştirdikleri yeni motor teknolojileriyle daha az benzine ihtiyaç duyan, karbondioksit gazının salımını azaltan otomobiller geliştirmeye en azından Hybrid öncesi bir geçiş sendromunun hazırlıklarına başladılar.

Bu arada bir dip not eklemeden geçemeyeceğim, çevreci kampanyaların sıklıkla binek otomobiller şeklinde tasarlandığı şu piyasada, her daim özgürlüğü ve doğayı kullanan jeep markalarının da yer almasının onlar için büyük bir fırsat olabileceğini söyleyebilirim. En basitinden katalog çekimlerinde bile dağ, bayır ve yeşillikler içinde el değmemiş bir doğayı kullanan jeep sektörünün aşırı benzin tüketimiyle bu felsefeyi bir arada konumlandırması artık saçmalık boyutuna gelmiştir. Düşünsenize kendini doğayla özleştiren ama ona en çok zararı veren araç algısı hem komik hem de sinir bozucu bir durumu doğurur. İşte bu noktada konuya parmak basacak ilk marka ciddi bir sempati çoğunluğu yakalayabilir en azından konumuyla yaptıkları arasında bir tezat oluşturmaz.
Neyse konumuza devam edersek gerçekleştirilen atılımlar, insanlardan önce markaların bilinçlenmesine neden olmuştur ki bence sosyal toplumda ilk önce markaların bilinçlenmesinin olumlu süreci daha da hızlandıracağını düşünmekteyim.

Diğer bir hususa gelirsek VW çok basit bir örnekleme ile reklamına hem yaratıcılık hem de kolay anlaşılabilirlik katıyor. Ekonomik yakıt tüketimi ile çıkan düşük karbondioksit gazı oranının iki yüz küsur bin sayfanın geri kazanımınla aynı eşdeğer de olduğunu söyleyip, düz bir mantıkla bir o kadar ağacın kesilmesine engel olduğunu gösterebiliyor. Yaptıkları araştırma sonucu ile ürünlerinin vasıta özelliklerinin dışında artı bir değere sahip olduğunu da böylelikle kolayca savunabiliyorlar.
İşin yaratıcılık boyutu da araştırmanın verdiği sonuç ile reklamın fikir işleyişinde yatıyor. Geri dönüşüm sağlanacak KAĞIT potansiyelini eski animasyon yapım tekniğiyle saniyede 10 kare hareketle (değeri sallıyorum) canlandırarak fikrin o hoş ayrıntısını yakalıyor. (packshot’da reklamın hikayesinin bir kağıt kartelasında canlandırıldığı işin mesajla birleşen yaratıcı noktasıdır)
Bunun yanında renkli, eğlenceli ve sürekli doğa ile bütünleştirilmiş bir VW aracının animasyonda çok iyi iş yaptığını söyleyebilirim.
Müzik ise tema itibariyle marka ve modele çok yakışmış. Senaryonun içinde fark edilebilir nitelikte bir enerji katarak akışın; mutlu ve kendinle barışık duygular içerisinde simgeleşmesine katkı sağlamıştır.

Filed under having 0 yorum  

Tepki Tarifesi!

5 Şubat 2008 Salı by Adv-Man

Vodafone’un Hesabını Bilen Tarifesini bu şekilde mizahlaştırarak bir nevi reklamın ana fikrini ürüne entegre olmuş bir isim olarak tekrardan canlandırıyorum. Zaten reklamda bu süreçte yaşanan dakika sıkıntısını yarattığı trajik bir mizahla oldukça net bir şekilde anlatabiliyor. Markanın hizmet mesajı oldukça açık. Ayda 15 YTL’ ye sınırsızca konuşun. Yani sizi engellemeyen, cümlenizi yarım bırakmanıza neden olmayan, hızlı, hızlı konuşup anlamsız fikir edinimlerinin önüne geçen, bir de üstüne anlamadığınızı anlamaya yönelik çalışmalarınıza sınır koymayan hizmet, alışılmışın dışındaki davranışlara birer gönderme yaparak bir nevi yaşadığımız sıkıntılı durumun trajikomik resmini çekiyor.
Tabi bu kadar abartı deneyimler yaşamasak da, kabarık fatura gerçeğinin korkularıyla benzer bir tepkisizlik sürecini iletişim dünyamıza katmamız işin aslı ve gerçeğidir.
Kendi iletişim dünyamda bile yaptığım açıklamanın anlaşılmaması korkusunu yaşayan biri olarak çok samimi olduğumuz arkadaşlarımıza neler yapabileceğimizi sizlerde kendi hayatlarınızdan biliyorsunuz.

“Alo, abi Taksim meydana gel” (kontör gidecek korkusunun verdiği hızla rekor konuşma süresine imza atmaya çalışmak. Bir nevi çağrı atmanın 2008 versiyonu)

“Ne hangi meydan anlamadım” (anlamakla, anlamamanın arasında kalan, söyleyen kişinin “salağı oynama” şeklinde isyan etmesine neden olan kişi)

“Dııttttt, dıttt” (Kısıtlı iletişimin sembol melodisi)

Bu tarz repliklerin hayatımızda sıklıkla yaşanmasının verdiği bir takım sorunsal alışkanlıkların artık süreci tepkisizleştirmeye, normal olmayan şeylerin doğal görünmesine bir kapı açtığını görebiliyoruz. Ajansın yaratıcı grubu bu sorunsalı çok iyi yakaladığından hizmetin pahalılığını bir nevi tepkisizlik boyutlarıyla birleştirerek karşımıza komik reklamlar çıkartıyor. Bunun yanında seçilen tiplerin bu sorunsalın belki de tam yüzleri olduğunu söyleyebiliriz. Heidi Klum bir Victoria Secret markasının yüzü olarak yakışıyor ve en iyi şekilde markanın temsilini sağlıyorsa Vodafone’un Hesabını Bilen Tarifesini de bu yüzler inanılmaz yakışıyor ve senaryoyla beraber hizmeti çok iyi taşıyor. Tipler inanılmaz derecede orijinaller. Bir de bu orijinalliğin içine komik, alışılmışın dışında repliklerle ilginç mimikleri ekleyince iki kat etki alanı yaratması hiç şaşırtıcı değil.

12 sn’lik süreye sahip etkili, komik, tüm hizmet mesajlarını eksiksiz veren, ilgi çekici bir reklam yapmak o kadar kolay bir iş değildir. O yüzden reklam görevini başarıyla yerine getiriyor. Tiplerin ilgi çekici olması, konumlarından kaynaklanan farklı durumların olması, repliklerin mizahi bir dille oluşturulması hem seyirci üzerindeki izlenme etkisini arttırmakta hem de tüm mevzuyu senaryo ile izleyicilere aktarmakta.

Reklamı kısa olmasına rağmen yüksek bir etkiye sahip, süre ve performans açısından örnek gösterilecek nitelikte bir iş olarak değerlendirebiliriz.

Not: Son eklenen video, izlediğimiz reklamların global bir uyarlamadan türediğini bizlere göstermektedir. Kendimi esprilerin iyi oturtulmasıyla teselli etmeye çalışsamda, konseptin bize ait olmamasından dolayı biraz üzüntülüyüm.

Bu konuda beni bilgilendiren Hüseyin arkadaşıma teşekkür ederim.

Filed under having 2 yorum  

Kan Kusturan Gerçekler!

1 Şubat 2008 Cuma by Adv-Man

Açıkçası bir sigara tiryakisinin önüne kömürleşmiş akciğer koysanız bile onu o zevkinden mahrum bırakamazsınız. Zira sigaranın bir yoldaş gibi her anında yer alması, sinir durumlarında sığınacak bir teselli imkanı vermesi, sakinleştirici psikolojik dürtüsü, mutluluğa dumanıyla eşlik etmesi, ve bunun gibi hayata dair bir çok hikayenin içinde sizden sonraki başrolü paylaşması bitirilmesi zor bir ilişkinin bağını oluşturur. Eski bir sigara içicisi olarak onu bu şekilde tanımlamam bile aramızdaki özlem bağının bir kanıtı olsa da, havanın kokusunu duyup tadını bile hissetmek onu aldatmam için yeterli bir sebepti :)

Bu maksatla sigarayı benim gibi küt diye bırakamayan, yeni başlayan veya içmekten zevk duymayan abilerimiz ablalarımız için CPAA’nın yaptığı birinci sınıf işkence tadında ki açıkhava çalışmasını etkili ve dikkat çekici buluyorum.

Sigaranın bir katil gibi cinayet temasıyla ilişkilendirilmesi ve materyallerin bu tarzda oluşturulması bana açıkhava çalışmasında bile senaryo tadında bir şeyler yapılabileceğini ispatlı.
Neden senaryo şeklinde özleştirdiğimi merak ediyorsanız cevap kolay. Yapılan işte bir zaman boyutunun ve bu boyutun bir hikayeyi barındırması bunu çok net açıklayabilir.

Geniş sarı bantlarla olay yerinin çevrelenmesi orada yaşanan trajik bir olayın ipucunu, yerde beyaz çizgilerle çizilmiş maktul vücudunun hikayenin kimi hedeflediğini veya kimin başına geldiğini, kan izleri olayın nasıl sonlandığını, kordondaki yazılar ise bunun kim tarafından yapıldığını bize sunuyor. Sanki sonu oynanmış ufak bir piyes gibi.

Sigaradan kaynaklı akciğer kanserinin kanlı kusmaya sebebiyet vermesi çalışmadaki maktulumuzun hazin sonunu oluştursa da izleyicilerde dehşetengiz bir acıma duygusu bıraktığı kesin.
Sigaranın fikirde bir katili canlandırması yaratıcı cinayet canlandırmasının mesajını o gelip geçici kelimelerden ziyade daha da trajikleştirmiştir. Tam göremiyorum ama bu olay mahallinin içine birde sigara bırakılsaymış daha da kendinden soğutucu bir etki yaratabilirdi.

Sigara tiryakisi bir Türk üzerinde hiçbir gerginlik ve rahatsızlık hissettirmeyecek olan bu yaratıcı çalışma olayı görüp inceleyen birisinin şu lafıyla da apar topar ortadan kaldırılırdı.

“Atın ölümü arpadan olsun dimi kardeşim”
“püffffff”

:)



Filed under having 0 yorum  

Kendinizi Frenleyin!

by Adv-Man



Çalışmamız restoran, bar, club ve cafe gibi, mesaja maruz kalma sayısı bakımından şansı yüksek, farklı hedef kitleleri içinde barındırabilen mekanlarda gerçekleştirilmiştir.
Mesajı gayet açık, felsefesi ise bilindik bir olgudan türemiştir.

Fakat bizim için burada önemli olan şey, mesajın etkili, yerinde ve deneyimi yaşatarak vermesidir.
Konuşmak, öğüt vermek, tavsiyelerde bulunmak çok etkili sonuçlar doğurmaz.. Varsın olsun çok işimize yarayacaksa da ihtiyaç durumunda aklımıza getiririz. Ayrıca tavsiyelerin içeriği hiçbir zaman önemli değildir. Kimse kusura bakmasın, eğer ki su kullanımını azaltmak adına bir şey yapmamız gerekirken, arabamızı yıkmacıya götürürsek bu durumu pek kaideye almadığımız anlamına gelir.
Fakat gel gelelim bir takım tavsiyelerin, görsel olarak algıların karşısına çıkması ve bir deneyimi tetiklemesi biraz da olsun bir şeylerin kafamıza yerleşmesinde ön ayak olabilir. Hele ki bunu farklı sayıda farklı insanlara ulaştırabilirsek etkinlik payını daha da yükseltebiliriz.

WWF’nin yapmış olduğu çalışma, aynı sorunsalın biraz daha dikkate değer bir tavsiye ile alışkanlıklara müdahalesini etkili bir şekilde gerçekleştirebileceğini gösteriyor.

Kendi açımdan baktığımda kağıt havlu kullanımını her zaman 3 yaprakla sonlandırırım. “Yuh, sen öküzmüşsün” deseniz de boş. Çünkü elim nemli kaldığında kendimi rahatsız hissediyor, kaldı ki bu tür araçların olduğu mekanlarda bunu hissetmek beni daha da çok geriyor. (Kendi evimde olsam sorun olmaz). O yüzdendir ki böyle bir durumda mesajını görsel olarak zenginleştirmiş, deneyiminde, eksilen her bir kağıt havluda, ağaçların ve ormanların zarar görüp yavaşça yok olmasını yaşatan (yavaş, yavaş acı çektirmek de en boktanıdır ya) hatta üçüncü görsele denk gelip “Hassiktir lan ben ne yaptımmmm, Allahım ben nasıl bir insanım” gibisinden tuhaf hissiyata kapılmanıza neden olan bu çalışma, “bir musibet, bin nasihatten” iyidir atasözünün sanki biraz daha simülatör edilmiş halidir.

Mecra zenginliği olarak da taktir toplayacak iş, klişe olmuş mesajın farklı bir tecrübe ile daha yedirebilir hale gelebileceğini ispatlamıştır.

Not: Kullanılan havluların yeşil renge sahip olması için ekseriyetten bir madde kullanılmış mıdır(kesin) ve bunun doğaya zararı ne kadardır düşünmeden de edemiyorum. Yani kaş yaparken göz çıkarma modeli olmasın da :)

Filed under having 0 yorum