Yaftalamadan Yazın!

11 Kasım 2008 Salı by Adv-Man

Kafada günden artakalan bin bir düşünce. Biraz yorgun, biraz dağınık; kendini toplamaya kasan ama zaten uyku moduna gireceğinden benliğini salmış sinirler. Zaten haberleri izlemiş, geceye 1-0 yenik başlamışım. Enflasyon canavarını bile tırsıttıran yeni bir kriz mahlûkatının ayak seslerine, bir toplumun umut kapısını aralamaya çalışmasına, teröristlerin demokrasiyi sahiplenmesine, sübyancı bir amip’in böbürlene, böbürlene fantezilerini anlatmasına şahit olmuş, gece göreceğim kabuslara sinopsis hazırlamıştım.
Bare rüyalarımız barış, huzur ve sevgi selinde geçsin çok mu yani!

Neyse, işte böyle bir ruhi haliyet içerisindeyken ilginç bir reklamla karşılaştım. Birisi, önyargının doruklarında her gördüğünü kategorilendiriyor, herkesi bir sınıfa, gruba, düşünceye, ideolojiye, tarafa, alâkaları olmasa bile fişliyordu. Vay be dedim, aslında tam bizim memlekete özgü olmuş. Düşünün ki toplumsal hayatın tüm bireyler dahilinde en yoğun yaşandığı yer olan mahalle hayatında bile sosyoekonomik segmenti ne olursa olsun bu soruna şahit olabiliyorsak durumu kabullenememe gibi bir lükse de asla sahip olamayız.
İşte bu yüzden reklamın milletçe sahip olduğumuz yaraya tuz basması (açıkça göstermesi) packshot’a kadar çok hoşuma gitmişti…

Sonra ne oldu?
Şaşkınlık, yakıştıramama, samimiyetsizliği keşfetme, hayal kırıklığı gibi olumsuz psikolojiler altında acaba sorusuna yanıt aradım.
Acaba bende mi?

Amerikancı, Emperyalist, İşbirlikçi gibi basın ve siyaset camiasında popüler hale gelmiş tanımlamaları objektif bakış açısıyla değerlendirmeden yaftalama diyebilen gazete, her gün bir bombanın, yeni bir katliamın yaşandığı Irak’taki kitlesel sorunlara parmak basamıyor, en basitinden kullanmaya bayıldıkları Filistin sorununa, onca çoluk çocuğun ölümüne tanık olarak sırf hükümete sorun teşkil etmemek onlardan azar işitmemek (ABD ve İsrail’de hükümete yüklenecek) adına cesur bir tavır sergileyemiyorlarsa kimse kusura bakmasın. Düne kadar Demokrasinin “de” sinden bir haber olan insanların çok demokratmış gibi davranıp kendi demokrasilerini kaleme almalarını, bulaşık eldiveninden toplu iğneye kadar en gereksiz ürünlerin inen enflasyon oranlarını bir insanın temel ihtiyaçlarıymışçasına sergilemelerini kimse kusura bakmasın kabul edemem. Avrupa’da büyük ses getirmiş, hatta ilerleme raporunda “devlet içindeki rüşvet ve yolsuzluklar” başlığında ayrıca örnek gösterilmiş, ülke itibarını sarsmış, belki de ucunun kendisine bile dokunabileceği büyük bir davayı pişkince görmemezliğe gelmiş, kendi mahallesinden olan belki de umdukları dünyalarında ağır bir şekilde idam edecekleri amip’i komplo teorileri ile ödüllendirebilecek en azından lafını etmeyip sumen altı yapabilecek cesarete sahip bir gazeteyi kimse kusura bakmasın kabul edemem, okuyamam, yapamam.

Şu durumda basın özgürlüğü açısından hiçbir dişe dokunur objektifliğe sahip olmayan gazete, demokrasinin temel yapı taşlarından biri olan denetleyici kimliğini de taşıyamamaktadır. Reklamın asıl olarak hedeflediği kitle olan; belli gazeteleri takip eden, favori köşe yazarları olan, duruş olarak iktidar yancılığını benimsemeyen insanlara ulaşmaya çalışması, onları bir nevi “Siz Zaman okumuyorsunuz, çünkü insanları tiplerine, kılık kıyafetlerine, duruşlarına göre sürekli olarak yaftalıyor, önyargıyla bakıyorsunuz. Fakat hiç bir şey göründüğü gibi değildir, yaftalamayı bırakında bir de Zaman okuyun” mübağlâsıyla karşı karşıya bırakarak aslında sorunun kendi duruşlarından kaynakladığını göremiyorlar.

Bu reklamlar samimiyetsiz davranıyorlar.
Kampanyanın üstlendiği mesaj, kendisiyle hiçbir alakası olmayan bir markaya atfediliyor. Fikir aşamasında ortaya çıkartılan tüm önermelerin sanki yaftalama yapmayan fakat yaftalamadan en mağdur markaymış gibi bir imaj yaratması gerçekten reklamın hizmet bakımından tüm anlamını yitirmesine neden oluyor. Pazarlama da şöyle bir gerçek vardır ki, asla markana ait olmayan, markanla özdeşleşmemiş, tavır, duruş, ve özelliği benimseme. Çünkü tüketiciler öyle cin gibidir ki ya bunu anında fark ederler ya da zaten bu durumun sana birkaç beden büyük geleceğini bildiğinden, zamanla marka vaadinin bir yalandan ibaret olduğunu anlayıp yerin dibine sokarlar. O yüzden sabit bir markaya yeni değerler, anlamlar yüklemek o kadar kolay değildir, kimyalar tutmaz, değişimi gerektirir. E, reklama baktığımızda ürün ile marka vaadinin arasındaki korkunç uçurumu fark edebiliyorsak, o zaman pazarlama açısından da hiçbir sonuca ulaşılamadığını rahatlıkla görebiliriz.

Filed under having  

0 yorum: