Vespa Vahşeti!

31 Aralık 2008 Çarşamba by Adv-Man


Ezin, hatta gördüğünüz yerde üstüne kırın ki zevki çıksın. Vurduğunuz her farklı cinse puan, nesli tükenmekte olanlarla ise ekstra Bonuslar kazanın. Düşünsenize bütün dünya size kalır, istediğiniz gibi at koşturur, ah pardon at dedim; siz kendiniz dörtnala koşturur, ıssız çorakların tadını doyasıya çıkarırsınız.

Yanlış anlamayın, bu benim alışkanlık haline getirip yaptığım bir şey değil. Tamamen bunu size tavsiye eden bir markanın yalancısıyım. Hayır, işin garip yanı dünyanın doğa ile en uyumlu, kullanılması yabancı ülkelerde teşvik edilen (bizde ötv’siyle, kdv’siyle, vergisiyle köstek olunan) felsefesinde doğa ile bütünleşebilmeyi ve ondan tat alabilmeyi barındıran bir taşıdın bu tarz bir söylemi kullanabilmesi gerçekten şaşılacak bir durumdur. Bir motosiklet markası düşünün ki tüm yarattığı kurumsal imajının üstüne böyle bir mantığı düşünmeden alabiliyor.
Bırakın tüzel kayıpları bu iş resmen sektörün kendi ayağına sıktığı bir kurşundur.

Olayı genele vurduğum anlaşılabilir ama bir motosiklet kullanıcısı olarak yapılan yanlışın sektörü de olumsuz etkileyebileceğini düşünüyorum. Her ne kadar Piaggio’ya ait bir rezillik olsa da sektörün tanıtımı, konumu, değerleri açısından olumsuz bir imajın ortaya çıktığı kaçınılmaz. Çünkü savunduğu değerler, sahip olduğu kullanıcı profili ile otomobilden ayrı kategorilendirilen bir aracın bu kadar benzer yanları birden hiç olmadık bir şekilde temsil eder olması olumsuz algıları peşin sıra getirecektir.
Yani reklamın ilk darbesi kendi sektörünedir.

Piaggio’nun Vespa modeli benim için VW’nin kaplumbağası gibi klasik ve belli akımların (çiçek çocuklar olarak adlandırılan savaş karşıtı hippi gençliği) temsilcisi olarak konumlanmıştır. Hassas, karakterli, etrafındakilerle barışık, doğa ile bütünleşebilen ve ona en çok yakışan tek insan üretimi araçtır. Sahip olduğu tasarımındaki karakteristik duruşu iddia ediyorum şu ana kadar hiçbir motor markası tarafından yakalanamamış ve taklit edilememiştir. Aynısı yapılsa da aslında her zaman eksik bir şeylerin olduğunu hissettirebilecek ilginç bir markadır.

Pazarlama kriterleri açısından bu tarz bir imaja sahip olmak yılların getirdiği duruşu istikrarlı bir şekilde korumaktan, üretim kalitesinden milim sapmamaktan ve hedef kitleye bir üründen fazlasını; bir hikâyeyi bir yaşam biçimini sunabilmekten geçmektedir. İnsanlara maddi güçlerinin getirileriyle sahip olabilecekleri bir markayı değil, onlarla paylaştıkları ortak yaşam felsefesini, bir ideolojiyi, bir fikri sunabilmek bu tarz markaların yarattıkları en büyük mittir.

Buraya kadar her şey güzelken istemeye, istemeye olsa da gerçekleştirilen reklam çalışmasıyla bir anda tüm mittin yerle bir edilebileceğini görmek Vespa sever olarak üzücü bir durum. Çünkü markanın konumlandırdığım değerleri taşımadığını, kendine özgü tarzını yitirip vahşi piyasanın yeni bir neferi olduğunu, bırakın nesli tükenmekte olan bir hayvanı, son yıllarda insan eliyle hızla ivme kazanan küresel ısınmanın doğa üzerinde yarattığı dengesizliği bile görmezden gelip savunduğu değerler açısından yeterince köşeye sıkışmış hayvanları bu tarz bir ekstra güç ile üstünden geçmesi, kriz halkla ilişkilerine bile güzel örnek olabilecek büyüklükte bir marka kabusuna neden olabileceğini düşünüyorum.

Marka mesajının bu tarz bir fikir ile canlandırılması, ne aracın kendine has karakteristik özelliğini ne de imajını güçlendirir. Kaldı ki hala hız konusunda gereksiz direnişler sergilediğini düşündüğüm Vespa’nın bir de üstüne böyle bir vahşilik sergilemesi oldukça itici durmuştur. Yaratıcı fikir noktasında hayvanı uyandırmayacak veya öldüğünü hissettirmeyecek kadar hızla geçen bir Vespa’nın post üzerinde bıraktığı kendine özgü lastik izinin bir marka mottası olarak gösterilmesi hem Piaggio, hem sahip olduğu felsefe hem de kullanıcı profili açısından markanın 360 derece sorgulanmasına neden oluyor.

-Vespa’nın değerleri nedir?
-Bir otomobil firmasının bile yaklaşamayacağı noktaya, doğayla barış imzalayan bir taşıt nasıl olurda bu kadar kolay cesaret edebilir?
-Marka vaadinin anlatımı noktasında bu kadar gereksiz bir noktaya temas etmek ne kadar etiktir?
-Vespa’nın kullanıcı profili bir kamyoncunun sahip olduğu kısıtlı manevra yeteneklerinde kaynaklanan acımasızlığından daha da mı beterdir, aynı kefeye konmazsa nereye yakıştırılmalıdır?

Gibi.
Öğrenci arkadaşlarımızın stratejik bir pazarlama hatası olarak ders alabileceği çalışma, yanlış seçimler, tercihler ve fikirler doğrultusunda sahip olduğu üstün kabiliyetiyle doğanın ezici rolünü büyük bir ustalıkla yerine getirebiliyor.
Kutlamak Lazım.

Not: Çalışmanın anti reklam sitelerinden derlenen fake bir reklam olmadığını ispatlamak adına işin künyesini veriyorum.
Afiyetle küfredin :)


Brand: Vespa Agency: Colenso BBDO, Auckland Executive Creative Director: Nick Worthington Deputy Creative Director: Karl W. Fleet Art Director: Emmanuel Bougneres Copywriter: Karl Fleet Country: New Zealand Account service: David Bowles

Filed under having 0 yorum  

Sanal Maskeler!

20 Aralık 2008 Cumartesi by Adv-Man

Toplum içindeki insanların birbirine karşı kullandığı en etkili silahlardan biri taktıkları maskeleridir. Özünde kifayetsiz bir sinsiliği ve yalanı barındırır. Süper rol keser, on parmağında on marifeti vardır ama bunu takla atmaya gelince menfaatleri doğrultusunda kullanır. Sahip olduğu sınırlardan çıkamadığı için bencildir, yapıştı mı kalır. Çıkması anca hayatın sağlam bir sillesini yedikten sonra olur ama gene de garantisi yoktur. İlginçtir maske. Piyasada satılan Örümcek Adam veya Noel Baba’nın sahip olduğu renkli ve fantastik dünyaya ait değildir. İçten gelir ve en büyük kozu Görünmez oluşudur.
İşin ilginç yanı her şarta ve ortama anında uyum sağlar. Kendini biçimsiz, bitap bir toplum içinde de yaşatabilir, teknolojiye uyum sağlamış gelişmiş medeniyette de.

Açıkçası Smile ADSL’in yeni kampanya reklamını izlediğimde marka, hizmet ve fiyat üçlemesinin irdelemekten ziyade toplumun ahlaki durumuna kafayı taktım. İlginçtir ki reklam sonrası düşündüğüm tek şey, içimden kopan yukarıda ki kuplelerdi. Şimdi, şimdi mantıklı düşünmeye başlarken kendi kendime; bu zamana kadar “kendin ol, fikrini özgürce söyle, tarzını belirle, sen orijinalsin” gibi söylemleri savunan markaların ne oldu da bir noktada bu şekilde değişebildiğini sordum. Yoksa teknolojinin bütün benliğimizi vakumlayıp suratımızdaki maskeleri daha da sağlamlaştırdığı noktada kişiliğimizi yitirip; tipimizi, sosyo-ekonomik durumumuzu bir kenara atıp ikinci bir karakter ile yeni bir kadere mi başlangıç yapıyoruz? Farkında mısınız eskiden psikolojik vaka olarak kabul edilen çift karakterli yaşam şimdi yaşadığımız hayatın şartlarından dolayı standart bir hale gelmeye başladı. Kimse “yok efendim ben dönerci abimiz gibi değilim” demesin. Hala maskenin ardından konuşmanın alemi yok. En basitinden Facebook (kendimi ona karşı koruyor ve üye olmamaya diretiyorum) ve benzeri sosyal internet ağlarında bir kuplede olsa kendimizin dışında davranıp rol kesmiyor muyuz?

Gözlemlemelerim; söylenen, anlatılan, paylaşılan çoğu görüşün kendimizi pazarlama noktasında hayal ettiğimiz veya arzu ettiğimiz kişilikler doğrultusunda standartlaştırdığını böylelikle de ikinci bir bize ayarı şaşmış bir şekilde hız kaybetmeden devam ettiğimizi söylüyor. Yani başlangıçta takılan maske ince ve hafif olsa da yavaş, yavaş tetiklenen dış etkenlerle hızla ağırlaşıp çıkmaz bir hal alıyor. Bu artık en şişmiş haliyle sanal alemde, kendi dünyamız da ve hatta markalar tarafından da kabul edilebilir bir hal haline gelmeye başlıyor.
Allah aşkına öyle olmasa ikincil kişiliklerin buram, buram hayat bulduğu SecondLife’da “kendin ol” felsefesini insanlara hatırlatan markalar neden dijital bir dünyaya sponsor olup mağazalar, galeriler açsın ki?

Neyse aslında izlediğimiz reklamın amacı bu tarz bir durumu ti’ye almak, kullandığı tip ve ortam maksadıyla da işi biraz gırgıra, biraz da dalgaya vurmak. Fakat hizmetin insanlara ikinci bir hayat sunması bakımından mevcut maskeleri daha da kalınlaştırması ve “kendin ol” yalanlarına geç demesi, markanın sahiplenebileceği bir gerçek midir tartışılır.

İlk lansman kampanyasında ki marka vaatlerinin sağlam önermelerden oluşan yaratıcı fikirler ile şekillendiğini söyleyebilirken, şimdiki reklamlarda bırakın bu harmoniyi görmeyi, uzaktan yakından seçemiyoruz bile. Reklamverenin pazarlama stratejisinden yoksun sanki alelaceleye getirdiği istekler silsilesi, en olmadık marka vaadiyle sanki hedef kitlesinin birer portresini çizmiş. Bu tarz bir marka vaadinin kabul edilebilirlik noktasından hedef kitleyi iride etmesi kaçınılmaz. Çünkü hizmetin karşılanması noktasında ister istemez insanların gireceği psikolojik nokta, reklamlarda canlandırılan karakterin marka ile temasta kendi üzerlerine alabilme algısıdır. O yüzden marka her ne kadar gırgır amaçla yaklaşsa da sergilediği fikir, duruş veya felsefe ister istemez yanlış anlaşılabilir. Olumsuz bir ifadeye herkes aynı açıdan bakamaz veya kritize edemez.

Genel olarak reklamın başarılı olduğu tek noktanın gerçekten kendini izletebilir olmasıdır. Kullanılan tipin anlattığı hikayeler ve sergilediği davranış biçimleri çoğu kişi için beğenilmeyebilir. En basitinden bayan hedef kitlenin görmezden gelindiği bir gerçek. Fakat komik ve tezat olması “ayda sadece 14.99TL’ye” (bu arada metin yazarı arkadaşlarımın dikkat etmesi gereken bir nokta var ki uyarmadan edemeyeceğim. Türk parasının yanındaki Yeni tabiri geçtiğimiz aylarda tamamen kaldırıldı ve piyasada paramız TL olarak tanımlanmakta) kampanyasının hedef kitle tarafından öğrenilmesine fırsat yarattığı da bir gerçek.

Reklamın “ilkokul arkadaşınızı bulun” versiyonunu bulamadım ama çevremdeki çoğu insan araba yıkayan isterik hatunun tavırlarını pek bir gereksiz buluyor. Açıkçası bende bayan hedef kitlenin sallanılmaması noktasında bu kadar erkeklere özel bir ürünmüş gibi lanse edilen kampanyayı pazarlama stratejisi bakımından zayıf, marka vaadi açısından sınırlarda gezdiğini düşünüyorum.

Bu arada reklamın packshot sahnesinde “Be Yourself” yazısı gördüğümü hatırlamıyorum. Zaten iki mesaj vermek birini de İngilizce olarak anlayan anladı demek aptalca olurdu. Muhtemelen Video’yu yayınlayan arkadaşımızın bir tepki olarak sonradan eklediğini düşünüyorum.

Filed under having 0 yorum  

Orgazm Anlarının Resmi İçeceği!

15 Aralık 2008 Pazartesi by Adv-Man

Görüntümüz kırmızı saten çarşafların içinden yüzleri zevkten dört köşe olmuş çiftimizin, ufak dokunuşlar ile yarattığı hınzır mimiklerinin şen şakrak gülücükleri içinde açılır. Erkek tüm korumacı kişiliğiyle kadınına “benimsin” mesajını sahiplenme dürtüleriyle ispatlamak için en önemli hareketi yaparak kızı alnından öper ve ardından o huzur ve huşuu ortamı içinde packshot’ımız girer.

Orgazm Anlarınızın Resmi İçeceği.

Tabi aslında bu biraz canlandırılan hissi duyguların saflığı bakımından (boru değil alnından öpüyor) bana göre çok bilimsel size göre hardcore bir üsluba sahip olabilir. Ama o kadar kafaya takılacak bir durum olmadığının bir izahatını yaparak hemen alternatiflerini türetebiliriz.

Zevk Anlarınızın Resmi İçeceği ( cık, cık olmadı! Bu da çok basitleştirdi)

Mahremiyet Anlarınızın Resmi İçeceği ( püf! Bu da çok muhafazakâr oldu)

Size Özel Anların Resmi İçeceği (evet bak biraz daha yaklaştık, yalnız biraz kısaltalım)

Özel Anların Resmi İçeceği ( bu biraz daha kurtardı)

Tabi böyle bir senaryoya klişe olmuş fakat her daim insanlar tarafından birebir sevişme sonrası yapılması gereken en önemli argümanlardan sayılan sigara tüttürme aktivitesinin yerine, adamın çekmeceden bir açacak çıkartıp “çıkırk, pıss” gibi bir dış ses ile soda açmasını beklemek, ürünümüzün senaryolar içerisinde kaybolmasına neden olacağından absürd olurdu. Bizde eşşeği sağlam kazığa bağlıyalım maksadıyla birinci packshot’ımız da, senaryoyu içinde barındıran sloganı, ikincisinde ise, ürünü Hayatın Resmi İçeceği şeklinde konumlandıran pazarlama stratejisi ile sunmaya kadar verdik.


Yok, yok daha fazla dayanamayacağım. Empati yapayım hatta üstüne bir senaryoda ben sunayım dedikçe saçmaladığımı hissettim. Ama bu benden kaynaklanan bir durum değil. Kıçınızı yırtsanız da muhalefetin en Baykal tadında usandırıcı bir versiyonunu sergileseniz de yok kardeşim. Kesinlikle bahane kabul etmem.
Bu nedir ya? Nasıl bir reklam, nasıl bir senaryo? Hayır, aslında “Hayatınızın Resmi İçeceği” noktasından yakalanmış ufak da olsa çekici bir marka konumlandırılması varken neden senaryo aşamasında başarılı olan tek bir şey bu kadar soğukkanlılıkla katledilebilmiş şaşırıyorum.
Evet, başarılı diyorum çünkü şu zamana kadar hiçbir içecek markası kendini bu kadar iddialı bir gerçekle konumlandırmamıştı ki mantık olarak baktığımızda oldukça akla yatan bir tarafı var. Bunun yanında rakiplerin sponsorluk aşamasında çeşitli aktivitelerle temsil edilip “resmi içeceği” öznesini markalarının önüne yerleştirmelerine, bende “hayatın resmi içeceğiyim bre” şeklinde aslında hoş bir sahiplenmeyle girmeleri gerçekten dikkat çekiciyken, bu avantajın etkili kullanılıp rüzgarından faydalanılmaması tuhaf kaçmış. Pazarlama stratejisi olarak baktığımızda uç bir sahiplenmenin olduğunu görsek de şu ana kadar denenmemiş bir söylemin yaratacağı duygusal bağlılık noktasına kafadan girmesi, en azından Sırma markasıyla özdeşleşebilecek bir mottoya yer açabiliyor. Ama olay sadece slogan ve markanın rakiplerine göre konumlandırılmasıyla bitmiyor. Bu tarz bir söylemin yaratacağı etkinin pekiştirilip tasdiklenmesi için, tüketicinin aklındaki sahnelerin canlandırılması gerekiyor. Fakat reklam bunu yapmayarak üstüne üstlük absürd bir takım senaryolarla insanlara “ne alaka” dedirtecek kötü bir çözülmeye hız katıyor.

Reklamlara şöyle bir baktığımızda, hiç birinin aslında “Hayatın Resmi İçeceği” sloganına marka açısından yardımcı bir kaldıraç kuvveti oluşturacak performansı yaratmadığını görüyoruz.
Otobüste bariz fortlanan, hadi bare kırmayalım etmeyelim desek sıkıştırılan bayanın, sıkıntılı anlarınızın resmi içeceği şeklinde “zıbamm” şeklinde çıkması ya da Yüzüklerin Efendisindeki Gollum’la evlenmek zorunda kalan bayanın tiksinç bakışlarında benim umutsuzluk fakat markanın risk olarak gördüğü bir sahneye resmi içecek olması veya veya karate salonun da canlandırılan ikinci kalite TV kanallarının çektiği amatör tat da ki eğlence programları gibi senarize edilen komik olmayan saçma hareketlere kontrolsüz anların sahnelendiği fakat gene benim sodayı hayatın resmi içeceği noktasında ne alaka dedirtmeme neden olan bir anında yer almasına gerçekten hiç anlam veremediğim bir üslupla senarize edilmesi, tek kelimeyle felaket. Yahu bu bahsedilenler hayatın yaşanan; fakat etrafça rezil, çaresiz ve adice görülen noktalarına neden bir marka intihar eder gibi resmi içecek olur AN-LA-MI-YO-RUM.

Bir kere bir marka her halükarda kaldı ki bu bir içecekse hayatın bu açısından tüketiciye asla bakmamalı. Tüketiciye bu mesajlarla gelmek yani gerçekten cahil cesareti ister. Senin belki de şu anki durumdan kaynaklanan ekonomik krizi bile görmezden gelip olumlu, pozitif, alıma teşvik yaratacak pembe bir tablo çizmen gerekirken, kalkmışın hayatın içinde olan fakat paylaşılmasını asla istemeyeceğimiz sahneleri canlandırıyorsun. Hadi yukarıda saydıklarımın dışında en azından canlandırılması diğerlerine nazaran daha makbul duran senaryoların bile hakkını verememişin. Piknik demiyorum, atletli abimizin şehrin en olmaması gereken noktasında yaktığı mangal ile birden gaza gelip büyük oğluyla göbek atması bana mutluluğu değil büyük bir hezimeti çağrıştırıyor. Hedef kitleniz ne olursa olsun siz bu tarz bir tipi markanıza yüz olarak koyamazsınız. Bana halkın içinden gibi nameler yapmayın. Bu bir reklam olduğundan halkın içindendir diye bir mantıkla halkı bu kılıkla, bu üslupla reklamlarda canlandıramazsınız. Canlandırırsanız gerçekten kimi sorgulayıcı insanlara “hedef kitleniz bu insanlar mı”dan başlatıp köyden şehre gelen insanların toplum içindeki davranışlarının tezatlıklarına kadar türlü fikirleri sorgulamalarına neden olursunuz. Şu sahneyi biraz daha yumuşatıp en azından ailece gerçekleştirilen Yeşil Çam tadında hoş bir piknik ortamında bolca yenen yemeklerin ardından içilen bir soda ile tamamlasanız “hadi kurtardı” diyeceğiz. Hele bir versiyon daha var ki beni benden almaktadır. Reklamı bulamadım (Youtube kapandığından beri TV reklamlarını indirmekte gerçekten zorlanıyorum) ama ufak bir kupleyle hatırlayacağınızı düşünüyorum. İki çift kefededirler. Kız sürekli bir şeyler anlatır fakat çocuğun gözü dekoltededir. Kız anlar ve “öffff mahmutttt” gibisinden bakar ve özünde ne kadar kadınları basite indirgeyen bir felsefeyi barındırdığını böyle fütursuzca etrafa patlatır. Kadınlar anlattıkları ile değil göğüsleriyle mi önemlidir? Vay canına yandığım vayyyy. Tabi bunun neyin resmi anının içeceği olduğunu hatırlamıyorum ama o da reklam kadar absürttür herhalde.

(Dekolteye kitlendiğiniz anların resmi içeceği. Mantık olarak aynı olacağından reklamın düşük bel pantolon giymiş eğilen kız versiyonunu da yapabilirler)
Lütfen satışlarımız şu kadar arttı, bu kadar yükseldi cart oldu curt oldu demeyin. Olabilir. Yalnız buna borçlu olduğunuz başka bir sebebin olduğunu unutmayın. O da prime time’da yer aldığınız medya planlamalarınızın gücüdür. Velhasıl kelam öğrenci arkadaşlarımız için gerçekten ibret alınabilecek bir kampanya olan Sırma reklamları, yakaladığı ufak bir konumlandırma başarısını tekrar kendi elleriyle bertaraf ederek yapılmaması gereken tüm hataları yaparak, reklamcılık tarihin kara sayfalarında yerini aldı

Filed under having 0 yorum  

Bira Sever Nine!

14 Aralık 2008 Pazar by Adv-Man


Perakendeciliğin renkli ve lezzetli dünyasının gazına gelmiş reyon, reyon ürünleri tavaf ederken; yaşı kemale erip, tatlı buruşukluklarla bezenmiş, her ürün fiyatını şirket basan mali müşavir edasıyla tüm titizlik ve ciddiyetle karşılaştıran ananelerimizin veya dedelerimizin ellerinde bu tarz bir çalışma (kasa bira) görsem, herhalde son demlerin tadını çıkarmanın daha mantıklı olduğunu ve icraata geçtiklerini, ya da bira ömrü uzatıyor tadında lokman hekim görünüşlü marka gazlamacılarının kurbanı olduklarını düşünürüm. Tabi görsel olarak baktığımızda inanılmaz komik ve eğlenceli bir imgeyle karşılaştığımız gün be gün ortada. Düşünsenize bastonlu bir amcanın elinde kasa bira, veyahut başı örtülü bir ninemizin mahalle baskısı potansiyeli oldukça yüksek bir semt de gezinmesi.

Gerçekten, reklam ve pazarlama hedeflerinden ziyade ilk olarak sahip olduğu uygulamada ki yaratıcılığı ile çalışmanın şahane bir etki yarattığı söylenebilir. Etkinin her zaman ki gibi çekim noktası yaratması hedef kitle olsun olmasın tüm herkesin ilk olarak çalışmayla ardından markayla buluşmasına oldukça sağlam bir zemin hazırlamaktadır. Çalışmanın yapım aşamasında özel ve farklı bir noktada yer alması insanların torbayı saklamasına ve zaman, zaman kullanıma yönelik davranışlar ortaya çıkarmasına tam bir hedefi on ikiden vurmak olarak görüyorum. Çünkü bu torba asla ve asla atılmaz. Hatta bu tarz olmasa bile genel ritüelin dışındaki tasarımların internet ortamında 15 TL’den başlayan fiyatlarla satıldığına bile şahit oldum ki şu çalışmayla karşılaştırılamaz bile. Tabi yanlış anlaşılmasın, çalışmamızın kullanım amacı tasarım noktasında daha farklı ama yarattığı etki bakımından yukarıda bahsettiğimiz saklama ve tekrar kullanma alışkanlığını da yaratacağı kesin. Velhasıl çalışmanın pazarlama noktasında vermiş olduğu marka sunumu kendini iyiden iyiye sürekli bir gösterimle insanların karşısına çıkabilecek noktaya kadar taşımıştır.

Görsel kalitede gerçekleştirilen boyut oluşturma başarısı belli bir mesafeden itibaren yanılmıyorsam gerçekçiliğini daha da arttırıyor. Bu yüzden de her kimin elinde olursa olsun bir şaşkınlık yarattığı kaçınılmaz bir durum kaldı ki alkollü bir içeceğin tekli halinden ziyade kasa olarak taşınması toplum içinde göze batan ilk nokta yaratması marka ismini algılara daha rahat oturtabiliyor. Durumu yerenler ve merak edenler şeklinde iki kitle yaratılması ve sonucunda bu ikilinin gidip durumu keşfetmeleri hoş bir algı çözülmesine kapı aralamakta.

Marka açısından baktığımızda sürekli raflarda onlarca rakibinin içinde sıyrılmaya çalışan bir noktadan çıkıp fiziki görselliğiyle kendisini dışarıda rakiplerinden sıyrılmış bir şekilde temsil edebilmesi mükemmel. Mecra açısından baktığımızda kullanılan klasik yöntemlerin dışında bire bir toplumla kaynaşması mecra etkisini ölçümlenebilir bir yenilik de katabilmekte.
Diyeceksiniz ki ölçümleme noktasında her mecranın kendine göre büyük sorunları varken bu çalışma için nasıl bu kadar kesin konuşabiliriz? Şöyle bir mantığın aslında yeterli olabileceğini düşünüyorum. Dağıtılan torba adedi ve kullanılan pilot bölgelerde torbanın aylık gezi sayısı. Bence oldukça kesin rakamlar verebilir.

Neyse, genel olarak baktığımızda markanın temsil açısından market raflarından sıyrılıp halka karıştığını ve bilinirliliğini arttırabildiğini, dikkat çekicilik noktasında sürekli kullanılabilir tasarımıyla gözleri sürekli üzerine çekme potansiyeli ile taktiri şayan bir çalışma olduğunu söyleyebiliriz.

Yalnız çalışmanın bizim açımızdan yarattığı sorunu söylemeden yazımızı bitirmeyelim. Acaba alkollü bir içeceği temsil etmesi bakımından böyle bir torbanın taşınması caiz midir yoksa mekruh mu?

Filed under having 0 yorum  

Geçmiş de İlham Verir!

4 Aralık 2008 Perşembe by Adv-Man

Beyin Jimnastiği yapmanın ya da farklı kültürlere dalıp yeni fikirler, anlayışlar, kişilikler, duygular, anılar keşfetmenin klişe olmuş belli kaynaklardan edinilmesinin ne kadar gereksiz olabildiğini, beynin farklı noktalardan yeni bilgiler kapabileceğini ve kimi zaman bir ilham perisi rolünü oynayabilen bir müzenin aslında görselliğiyle akıllarda ne kadar sağlam bir yer edinebileceğini tahmin edebiliyor musunuz?

Görselliğin zihinde kalıcı izler bıraktığı, ortamın yarattığı büyünün edinilen bilgiyi ne kadar kişiye özel bir hale getirdiğini özümseyebiliyor musunuz? En iyisinden, en kalınından Picasso’yu ya da bir Salvador Dali’yi anlatan kitabı hatim edip aklınızda kalan ufak parçalarla yetinmektense orijinalini birebir görüp ufak ama bilgide ağır açıklayıcı notlarla duyularınızın tüm noktalarıyla keşfettiğiniz hayatları HİSSETMEK daha güzel olmaz mı?

Açıkçası ben bu şekli daha çok tercih ederim.
Çünkü zevklidir, hislidir, düşündürür, tuhaf gelir fakat her noktasıyla size özel kritiğin oluşmasını sağlar. Bu, bilgi ediniminin veyahut zihni açıp, ilhamlar toplamanın aslında farklı bir versiyonudur. Birazcıkta tarz meselesidir. Ben düşündüğüm fikirlerin %50’sini dışarıda bana ilham kaynağı olabilecek noktalarda yakalarım. Geri kalan %50’lik dilimse masa başında büzük ile alakalı ilişkiden gelişir ve diğerleri kadar verimli olmaz. En janjanlısı öbür yarım dilimi olur. Bu noktada kimi zaman geçmişe dönmek, geçmişin büyük yaratıcı işlerini keşfetmek sanki size gaz verir, özendirir, kendisinden bir şeyler sunar, zihni açar.
Kafayı çalıştırmada birebirdir yani anlayacağınız.

Yayınladığımız reklamında hem bilgi edinilme hem de tıkanıp kalan beynin yaratıcılık noktasında referans duygular kazanabilmesi aşamasında etkili bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Düşünen adamın sahne başlangıcında ünlü düşünen adam heykeli benzetmesiyle ilerleyip keşiflerde bulunması, farklı açılarla eserlere anlam katmaya çalışması, sanatçıların yaratıcılık noktasındaki duygularını keşfetmeye yönelik çabası kendi zihninde yukarıda bahsettiğim o fikir senkronizasyonundaki ampulü yakabilmesi başarılı olmuş. Reklamın hayat içinde bu tarz bir realistliği barındırdığını düşünüyorum.

Diğer bir noktada müzenin aslında en büyük hedef kitlelerinden olan çocukların bilgi edinme ve kültürel gelişim noktasında işlenmesi ve ilginçtir ki onunla beraber ebeveyninde buradan edinimler kazanması oldukça hoş olmuş. Çalışmada iki bireyinde öğrenime açık olması, “büyüktür, bilir” algısının belki de sürekli babasına soru soran çocuğun yetersiz cevaplar ile karşılaşmasında beraber keşfedilecek çok şey var fikrinin canlandırılmasına kapı aralaması yaratıcı olmuş. Dikkatinizi çektiyse babanın etkilendiği ve öğrendiği her şey çocuk tarafından taklit edilirmişçesine canlandırılarak iki tarafından mutlak kazanımların gösterilebiliyor. Animasyon noktasında basit ama sıcak bir çizginin olduğunu görebiliriz. Yani illa 3D veya yüksek bütçeli prodüksiyona gerek duymadan yalın bir üsluplu anlatımın güçlü etkisi bence sonuç verir nitelikte olmuş. İkincil hedef kitle üzerinde dikkat çekici olabilmesi bakımından da doğru bir animasyon kullanan reklam, bize de anlatmak istediği felsefe açısında oldukça samimi duruyor.

Açıkçası kalıplaşmış, sıkıcı, otoriter bir tanıtımın yansıttığı ağırlığı görmemek, hiç gitmeyenler veya tekrardan ziyaret edecekler için müzenin eğlenceli, zevkli ve yaratıcı bir deneyime kapı açan bir değişim noktası olarak yansıtılması öpülesi bir reklam başarısı olarak yerini almıştır.

Filed under having 0 yorum  

Ani Şoklara Zeytinyağı!

3 Aralık 2008 Çarşamba by Adv-Man

Hayatın içerisinde size ayrılmış senaryoların kimi zaman bir gerilim kimi zaman korku filminden çıkarmışçasına hazırladığı sürprizleri bazen ruhumuzu dondurur, bazen de şok dalgasında geçen mantık tutarsızlığına neden olur. Böyle durumlarda kalbin gürültüsü patırtısı eksik olmaz, huzursuzluğumuza yeni nedenler katarak bayık bir sürece imza atar. Aslında gerçekten bu tür durumlarda sağlam bir kalp ve sinir sistemi süreçlerin kurtuluş aşamasında oldukça önemli rol oynayabilir. Evet, çalışmada biraz mübağla söz konusu ama dokunduğu kalp sağlığı noktasında hayat içinden derlediği fikri bence alışılmışın dışında eğlenceli bir illüstrasyonla yaşatması hoş olmuş.

Fikrin hiç değinilmemiş “ani şok” gibi özünde kalbin en hızlı tepki gösterdiği durumu referans alarak sağlıksız güçsüz bir kalbin bu tarz şoklardan bile etkilenebileceğini özümsemesi, marka vaadinin doğal akışında ortaya çıkmasını sağlamakta. Açıkçası ürünün faydası bakımından dikkat çekici doğru bir reklam çalışması olduğuna inanıyorum. Çünkü zeytinyağını diğer nebati katı yağlarla karşılaştırdığımızda kalp ve damar sorunlarına etken bir ürün olmadığını üstüne üstlük bu organların sağlığı açısından gerçekten bir şifa kaynağı olduğunu görebiliriz. Eski Yunan’da bile Athene’nin Poseidon ile yaptığı müsabakada halka kazandırdığı zeytin ağaçlarının önemi şehrin isminin Atina olmasına ve toplumun Athene’ye tapınak yapması noktasına kadar ilerlemiştir. Bu arada efsaneyi okuduysanız Athene’nin çok etkili bir pazarlama diliyle Poseidon’un yarattığı göl görünümlü denizine karşı zeytini sunması çok ilginçtir. “Tadında lezzet, yağında şifa, suyunda güzellik kaynağı olan bu ağacı sizlere sunuyorum”

Çalışmanın tasarım aşamasında renkli bir illüstrasyonu tercih etmesi, örneklerinden farklı olarak davranmasına ve marka mesajını okutan dikkat çekiciliğine fırsat yaratmakta. Genelde bu kategorideki ürünlerin reklamlarına baktığımızda tipik kalıplar içerisine tıkıştırılmış klişe mesajlar dahilinde ertesi gün kalpten nalları dikecek aile babalarının çocuklarıyla geçirdiği son eğlenceli bir günün özeti şeklinde işlenen bakışları ve senaryolarını gördüğümüzden, örnekte göstermiş olduğumuz reklamı farklı bulmaktayım. Bu bakımdan ilan çalışması varsa ki TV reklamıyla gerçekten uyumlu bir pazarlama etkisi yaratarak başarısını geliştirebilir.

Filed under having 0 yorum